Toprağın Kaderi: Neden Tarımda Kalkınamadık?
Türkiye neden tarımda bir türlü sıçrama yapamadı? Neden hâlâ küçük ölçekli, verimsiz, pazardan uzak bir tarım modeliyle uğraşıyoruz?
Bu sorunun cevabı sadece günümüzde değil, geçmişin topraklarında saklı.
Tarım sektörü, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne neredeyse olduğu gibi devralındı. Ancak bu miras, bir kalkınma modeli değil; bir geçim stratejisiydi. Yeni kurulan Cumhuriyet, önceliklerini belirlerken kalkınmadan çok, varlığını sürdürebilme çabasıyla hareket etti. Zaten zor şartlarda kurulmuş bir devletin, tarımı dönüştürecek gücü de zamanı da yoktu.
Osmanlı’da tarım, pazara yönelik değil; geçimlikti. Köylüye bir çift öküzün sürebileceği kadar, yani ortalama 4 hektarlık küçük araziler verilirdi. Bu topraklarda ancak ailesini doyuracak kadar üretim yapılır, kalan ürün ise devlete –yani saraya– aktarılırdı. Böyle bir sistemde pazara yönelik üretim düşünülmediği gibi, teşvik de edilmedi.
Bu yapının devam etmesi, Türkiye’de tarımsal üretimin hem ölçek hem verim açısından sınırlı kalmasına neden oldu. Tarımda makineleşme, kooperatifleşme ya da modern pazarlama sistemleri uzun süreye yayıldı. Ve sonuç olarak, Türkiye’nin ekonomik modernleşme sürecinde tarım geri kaldı; sanayileşme ile bütünleşemedi.
Bugün hâlâ tarımda yüksek maliyet, düşük verim, teknolojiye direnç gibi kronik sorunlarla boğuşuyoruz. Çünkü toprağın geçmişi değişmediği sürece, geleceği de değişmiyor.
Belki de artık şu soruyu sorma zamanı geldi: Tarımda gerçekten bir kalkınma mı istiyoruz, yoksa sadece geçmişin düzenini sürdürmeye mi çalışıyoruz?