Edebiyatın devlerinden Victor Hugo, meşhur eseri Notre Dame’ın Kamburu’nda din, kader, karşılıksız aşk gibi temaları işleyerek ölümsüz bir hikâyeye imza atmıştır. Sayısız tiyatro oyununa ve filme uyarlanan Notre Dame’ın Kamburu, yayımlandığı andan itibaren Fransız edebiyatının önde gelen eserlerinden biri olmuştur.

Ülkemizde her ne kadar büyük yazar olarak bilinse de (Sefiller, Bir İdam Mahkumunun Son Günü, Notre - Dame'ın Kamburu vb. eserleriyle bu namı hak etmektedir, ayrıca oyun yazarlığı da Hernani oyunundaki gibi üst düzeydedir) Hugo Fransa’da büyük şair olarak bilinmektedir. Çeviri şiirleri kitapçılarımızda bulunmakta ve bu betimlemenin de hak edildiğini göstermektedir.

"Quasimodo", Paskalya'dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Parisi'nde Notre-Dame Kilisesi'nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz bebekler bırakılırdı. Başrahip Frollo, böyle bir günde bulduğu sakat bebeği himayesine aldı ve ona Quasimodo adını verdi. Onu büyüttü ve zangoçluk işini verdi; ancak çanın sesi altın kalpli Quasimodo'nun giderek sağır olmasına yol açacaktı. Quasimodo, koruyucusu kabul ettiği Frollo'ya büyük bir sevgi ve bağlılık duyarak büyür. Oysa başrahip karanlık içdünyasına hapsolmuş, dizginleyemediği nefretinin pençesinde kıvranan biridir.

Hayatı, çanlar ve Notre-Dame Kilisesi'nden ibaret olan Quasimodo, güzeller güzeli çingene kızı Esmeralda'ya, ilk görüşte büyük bir aşkla vurulur. Ne var ki başrahibin gözü de Esmeralda'dadır. Esmeralda'nın dünyasındaysa Yüzbaşı Phœbus'ten başka hiç kimseye yer yoktur. Artık sevgi ile nefretin, iyilik ile kötülüğün kıyasıya mücadelesidir yaşanan.

Victor Hugo, olayları ince ince ördüğü Notre-Dame'ın Kamburu adlı ünlü eserinde, insan hayatında kaderin yerini de sorgulamış, kaleme alındığından bu yana birçok sanat eserine, özellikle de filmlere esin kaynağı olan muhteşem bir roman çıkarmıştır ortaya.

Konu kısaca şöyle (wikipedia alıntısı); Eserde Claude Frollo adlı bir papaz katedralin önünde bir bebek bulur. Çok çirkin bir bebek olduğundan ona Latince'de "eksik-tamamlanmamış adam" anlamına gelen Quasimodo ismini verir. Yaşı ilerledikçe Quasimodo katedralde zangoçluk görevini alır. Bir süre sonra zilin sesi nedeniyle sağır olur.

Günün birinde Esmeralda adında bir kızla tanışır. Esmeralda genç ve güzel bir kızdır. Bu kız küçükken çingeneler tarafından ailesinden kaçırılmıştır. Quasimodo'nun ona aşık olmasıyla olaylar karışır. Çünkü Papaz Claude Frollo da Esmeralda'ya duygular beslemektedir. Esmeralda ise özgür ruhlu, filozof ve aynı zamanda bir şair olan Gringoire ile -onun hayatını kurtarmak için- evlenmiştir.

Esmeralda'nın kalbini ise soylu ve zengin bir ailenin kızıyla nişanlı olmasına rağmen çapkın ve yakışıklı bir subay olan Phœbus çalmıştır. Frollo kıskançlığı ve karşılıksız aşkı yüzünden duyduğu kin sonucu Esmeralda ve Phœbus'un buluştuğu bir gece hançeriyle yüzbaşıyı öldürmeye teşebbüs eder. Suçu Esmeralda'nın üzerine atar. Herkes, bunu Esmeralda'nın çingene ve büyücü olmasına yorarak bunu onun yaptığını düşünür. Esmeralda her ne kadar suçsuz olduğunu söylese de insanlar bir çingeneye inanmaktansa bir rahibe inanmayı tercih ederler.

İnfaz günü Esmeralda, katedralin önündeki karışıklıktan faydalanan Quasimodo tarafından kaçırılır ve Notre-Dame Kilise'sine sığınır. Askerler infazı gerçekleştiremezler çünkü o dönemde ilahi adaletin, kralın adaletinden üstün olduğuna böylece Tanrı'ya sığınan kimselere ceza uygulanamayacağına inanılır, üstelik bu kral tarafından da onaylanmıştır. Daha sonra kral kendisi de buna karşı çıkacaktır. Esmeralda'nın hırsız, dilenci, ayaktakımı arkadaşları Miracles Sarayı'nda toplanıp kiliseye yürürler. Amaçları onu oradan kaçırmaktır. İsyan ederler. Kral askerlerini yollar. Esmeralda kiliseden Gringoire ve Frollo tarafından kaçırılır. Frollo Gréve Meydanında onun için hazırlanan darağacını gösterir ve kendisini ya da ölümü tercih etmesini söyler. Esmeralda Phœbus'ü sevdiğini söyler. Frollo o zaman onu çingenelerden nefret eden Roland Kulesi'nde ölümü bekleyen Gudule Hemşire'ye götürür. Kendisi askerleri çağırmaya gider. Gudule Hemşire, Esmeralda'yı parmaklıkların ardından kolundan tutarken tartışma esnasında onun 15 yıl önce kendisinden çalınan kızı olduğunu öğrenir. Fakat aradan zaman geçer ve askerler gelir. Gudule Hemşire kızını askerlere vermek istemez. Bu esnada itilir. Başını yere sertçe vurur ve ölür. Askerler Esmeralda'yı asarlar. Frollo ve arkasında Quasimodo Notre-Dame Kilisesi'nin korkuluklarından onun ölümünü seyrederler. Quasimodo bunu Frollo'nun yaptığını anlar ve onu iter, Frollo aşağı düşer ve ölür….

Notre-Dame'ın Kamburu aynı zamanda Paris kentinin romanıdır. Hugo, şehrin o dönemini adım adım, duvar duvar, tarih tarih, o olağanüstü zengin diliyle anlatmış, Paris'in, diğer karakterlerden rol çalmasına yol açmıştır.

19. yy başlarında Paris şehir planlamacıları Notre Dame Katedrali'nin bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak istemişlerdir. Ünlü Fransız yazar Victor Hugo, halkın ilgisini Notre Dame Katedrali'ne çekmek ve yıktırılması istenen katedralin yenilenmesini sağlamak için Notre Dame'ın Kamburu adlı romanını yazmıştır. Roman, Notre Dame Katedrali'nin yenilenmesinde büyük rol oynamıştır.

Birkaç alıntı;
“Üniversitemizin saygın şahsiyetleri, böyle bir günde ayrıcalıklarımıza saygı göstermediniz! Kentte bahar ağacı dikiliyor, şenlik ateşi yakılıyor; Cite’de dini temsil, deliler papasının seçimi ve Flaman heyeti var; ya Üniversite’de, hiçbir şey!”

“Herkes, “Temsil başlasın, tüm Flamanların canı cehenneme!” diye tekrarladı. Temsilin hemen başlamasını istiyoruz, diye ekledi bir öğrenci; aksi takdirde komedi ve dini temsil niyetine Adalet Sarayının başyargıcını asmamız gerekecek.”

“Aniden Madam Ticaret ile Madam Soyluluk arasında bir tartışma yaşandığı ve Üstat Tarım’ın şu olağanüstü mısrayı dile getirdiği sırada,
Ormanlarda daha güçlü bir hayvana rastlanılmaz;
Kerevetin o ana dek gereksiz yere kapalı duran kapısı gereksiz yere açıldı ve bir teşrifatçı yankılanan sesiyle şu açıklamayı yaptı: Bourbon Kardinali Hazretleri!”

“Kuşkusuz onu az önce huzursuzluğu had safhasına varan ve deliler papasının seçileceği bir günde ona saygı göstermeye niyetli görünmeyen kalabalığın her türlü tepkisinden koruyan da haklı olarak elde ettiği bu itibardı.”

“Yine de zavallı kardinal için henüz her şey bitmemişti ve böylesi bir ortamda yer almanın acı şarap dolu kadehini son damlasına kadar içecekti.”

“Hiçbir şey izleyiciler üzerindeki büyüyü bozamıyordu; tüm gözler kerevete sabitlenmişti, herkes salona yeni girenlerle, lanetli isimleriyle, yüzleriyle, kostümleriyle ilgileniyordu. Bu çok can sıkıcı bir durumdu.”

“Büyük bir öfkeyle çırpınıp duruyor, avazı çıktığı kadar bağırıyordu ama çığlıkları tüm salonu kaplayan uğultudan dolayı değil, algılanabilir seslerin Savart’ın on iki bin ya da Biot’nun sekiz bin titreşiminden oluşan sınırına ulaştığı için duyulamıyordu.”

“Ama asıl sürpriz o zaman yaşandı ve hayranlık doruk noktasına ulaştı; bu kişinin yüzünü buruşturmasına gerek yoktu, yüzü zaten böyleydi.
Ya da daha doğrusu yüzünün çirkinliği tüm bedenine yayılmıştı.”

“Bu göz kamaştırıcı görüntüyle büyülenen Gringorie, kuşkucu bir filozof, ironik bir şair olmasına rağmen, ilk başta bu genç kızın bir insan mı, bir peri mi, yoksa bir melek mi olduğuna karar veremedi.”

“Bu melankolik düşlere giderek daha fazla dalmaya başladığı sırada, hoş ama biraz garip bir şarkıyla aniden gerçek yaşama döndü.”

“Zaten delilerin yeni papasının yaşadığı ve yaşattığı duyguların farkında olup olmadığını bilebilmek kolay değildi. Bu eksikli vücudun içindeki ruhun da eksikli olduğunu söylemek mümkündü. Bu yüzden şu an hissettikleri onun adına belirsiz ve karmaşıktı. Yine de yüreğinin derinliklerini mutluluğun ve gururun kapladığı anlaşılıyor, karamsar ve bahtsız yüzden ışıltılar yayılıyordu.”

“Ve zihninde açıklamasını yapamadığı bu soru işaretini izleyen üç noktada kim bilir ne olumlu düşünceler yatıyordu.”

“Burası karıncalar gibi kaynayan, yerlerde sürünen insanlarla dolu, ilginç, garip, olağanüstü bir dünyaydı.”

“Tamam, dedi yazar. Kabul ediyorum, ben bir serseriyim çapulcuyum, yoksul bir kentliyim, yaneskiciyim, istediğiniz neyse oyum; cepçiler kralı hazretleri, zaten ben eskiden de böyleydim, çünkü ben bir filozofum ve bildiğiniz gibi omnia in philosophia, omnes in philosopho continentur.”

“Bazen de gerçeklikten kopmamak, ayaklarının yerden kesilmesine izin vermemek için bakışlarını paltosunun deliklerine sabitliyordu. Hayal alemlerinde gezinen aklı sadece paltosunun görünümüyle gerçekliğe dönüyordu.”

“Kanatlarının titreşiminin ortasında belli belirsiz seçilebilen, dokunulması ve net bir şekilde görülebilmesi mümkün olmayan bu hayali yaratık size nasıl da büyülü, sihirli görünür!”

” – Dostluk nedir, biliyor musunuz? diye sordu.
– Evet diye yanıtladı Çingene kızı; kız kardeş gibi olmaktır, tıpkı elin iki parmağı gibi iç içe geçmeden birbirlerine dokunan iki ruh gibi.”

” – Ya aşk?
– Ah aşk! dedi Esmeralda, sesi titriyor, gözleri ışıldıyordu. İki sevgilinin bir bedende bir araya gelmesi. Bir melekte bütünleşen bir erkek ve bir kadın. Cennetin ta kendisi!”

“Özellikle Notre-Dame de Paris bu türün ilginç bir örneğidir. Bu ulu yapının her cephesi, her taşı sadece ülke tarihinin değil, sanat tarihinin de önemli bir sayfasını oluşturur. Burada bazı önemli ayrıntıları belirtmek için, küçük kırmızı kapının on beşinci yüzyıl gotik mimarisinin zarafet sınırlarına ulaştığı, nefin sütunlarının, hacimleri ve ağırlıklarıyla Saint Germain-des-Pres’nin karolenj tarzı manastırının yapıldığı döneme kadar uzandıklarını söylememiz gerekir.”

“Modern şehrin size yaşatmayacağı bir duyguyu eski şehirden isterseniz, büyük bir bayram sabahında Paskalya ya da Hamsin yortusunun gün doğumunda tüm başkenti tepeden izleyebileceğiniz yüksek bir noktaya çıkın ve çan seslerinin uyanışına eşlik edin. Gökyüzünden, güneşten gelen bir sinyalle binlerce kilisenin hep birden titreşmeye başlamasını izleyin.”

“Ah Tanrım! diye haykırdı Agnes. Ya bu küçük canavarı emzirtmek için nehirden aşağı inen sokağın altındaki, sayın piskoposun evinin hemen yanındaki terk edilmiş çocuklar yurdunun bahtsız sütannelerine götürürlerse! Bir canavarı emzirmeyi tercih ederdim!”

“Sadece bedeni değil zihni de katedrale göre şekillenmişti. Ruhu ne haldeydi? Hangi sıkıntılarının gerginliğini yaşamış, bu boğucu kılıfın altında, bu vahşi yaşamın ortasında nasıl bir şekle bürünmüştü.”

“Gerçekten de çirkin olduğu için vahşi, vahşi olduğu için kötü bir insandı. Onun kişiliğinde de bizimki gibi bir mantık örgüsü vardı. Olağanüstü gücü kötülüğünün bir başka sebebiydi. Hobbes’un dediği gibi, Güçlü çocuk yaramaz olur.”

“Bu muhteşem yaratığın varlığı tüm katedrale tasvir edilemez bir yaşam soluğu yayıyordu. En azından halkın giderek artan batıl inançlarına göre, ondan Notre- Dame’ın tüm taşlarını yerinden oynatan ve yaşlı kilisenin derinliklerini titreştiren gizemli bir dalga yayılıyordu.”

Bu harika anlatıyı nitelikli bir çeviriden ve tam metin olarak okumanızı hararetle öneririm. Klasik bir eserin ne olduğunu daha ilk paragraftan başlayarak hissetmeniz çok güzel bir kavrayış olacak. Okuma planımda beş adet daha anlatısı var Hugo’nun. Dilerim bana da size de nasip olur…