Eskiden…
Betonların yükselmediği kerpiç damların serinliğinde yaşardık.
Zamanın daha yavaş aktığı, insanların birbirine daha çok kıymet verdiği yıllarda…
Saygının, sevginin, muhabbetin, çıkarsız olduğu yıllarda.
Komşuluğun düğünlerin yasların bir arada olduğu günlerde.
Gönül şehrinde Lokta sayılıydı.
Dışarıda gelenlerin Garibanın, yolcunun uğrak yerleriydi.
Gariban bir adam, cebinde üç beş kuruşla da olsa gönül rahatlığıyla bir lokantaya girerdi.
Menülere bakmadan, kasadaki garsona sadece bir şey derdi:
“Bir çorba…”
Masaya oturduğunda önüne sıcak bir kâse yayla, mercimek ya da ezogelin gelir, yanında da koca bir sepet dolusu somun ekmek…
Lokantacı bilirdi çorbacı garibanları.
O yıllarda ne gram hesabı vardı, ne de dilim başına ücret.
Ekmek boldu, çünkü insanlık boldu.
Çorbanın buharı yüzüne vururken, ekmeği bölüp bandıra bandıra yerdi gariban…
Bir, İki ekmek yerdi bir kâse çorbayla.
Hem karnı doyardı, hem içi ısınırdı…
O zamanlar lokantacı da bilirdi bu işi.
Karşısındakinin parası yoksa da göz ucuyla anlardı hâlini.
“Ekmek fazla geldi usta” diyen olursa, “Afiyet olsun, doyduysan mesele yok” derdi.
Gariban utanırdı fazla ekmek yedi diye,
Ama lokantacı alınmazdı.
Çünkü o da bilirdi:
Bir tas çorbanın yanında iki ekmek, hayata tutunmak demekti bazıları için.
O yıllarda hem lokantacı kazanırdı, hem müşteri doyardı.
Kazanç sadece para değildi çünkü…
İnsanlık vardı sofralarda.
Merhamet vardı ekmek sepetlerinde.
Bugün lokantalar lüks oldu.
Ekmek sayılır oldu.
Hayat pahalığında gariban lokanta uğramaz oldu.
Bugün bakınca, ne ekmek eskisi kadar bol,
Ne de çorba aynı çorba…
Ne de lokantaya gönül rahatlığıyla girebiliyor gariban…
Ekmeğin dilimi sayılır oldu, Çorbanın suyu hesaplı…
Garson garibanın gözüne bakar ne doymaz bir daha içeri almaz oldu…
Ama hâlâ bir yerlerde, o eski ruhu yaşatan insanlar, esnaf lokantaları varsa…
Var mı kaldı mı bilmiyorum.
Eğer Bu zamanda böyle bir bol ekmekli çorba varsa.
İşte orası bu ülkenin vicdanıdır.