Gustave Flaubert (1821–1880), Fransız romancıdır. Edebiyat eleştirmenleri tarafından modern romanın kurucusu kabul edilir. En tanınmış eseri, 19. yüzyıl toplumsal gerçekliğini çarpıcı biçimde aktaran ve dünya klasikleri arasına giren Madame Bovary'dir. 1857'de yayımlanan ve Fransa'da ciddi tartışmalara neden olan bu eserden sonra realist akımı başlatan kişi olarak gösterilmiştir.

Wikipdi’ye göre; Flaubert Eylül 1851′de Madame Bovary'yi yazmaya başladı. Kitabı 1856 baharında bitirdi ve eser tefrika edildi. Flaubert 1856′da "Baştan Çıkış"'ı tekrar kaleme ve "Salombo" üzerinde çalışmaya başladı (1857). Bu arada ilk romanı Madame Bovary, 1857’de kitap olarak basıldı. Eser “ahlaksızlık-sapkınlık” eseri olarak suçlanarak yasaklandı ve yazara dava açıldı. Savcıya göre kitapta eş aldatma yüceltilmekte, cinsel duygular abartılıp kışkırtılmakta, geleneklere hakaret edilmekteydi. Yargıç “namus cellâdı kadın”ın kim olduğu sorulduğunda, Falubert’in verdiği "Madam Bovary, c'est moi! (Madame Bovary benim!)” yanıtı meşhurdur. Avukatı Marie-Antoine-Jules Senard’ın başarılı savunması Flaubert’in aklanmasını sağladı. Bu nedenle avukat Senard’ın adı bu nedenle kitabın yeni basımında, daha ilk sayfada, ithaftan da önce, Flaubert’in kendisine hitaben yazdığı kısa bir teşekkür notuyla birlikte yer almıştır. Flaubert bu savunmadan sonra, yazdığı kitabın kendi gözünde bile umulmadık bir değer kazandığını söylemiştir.

Yazar, 1858 ilkbaharında Kuzey Afrika'da iki aylık bir araştırma gezisi yaptı. Salomo adlı romanını Nisan 1862′de tamamladı. 1864-1869 arasında Duygusal Eğitim’in son taslağını yazdı. Yirmi beş seneye yayılan bir çalışma sonunda ortaya çıkan bu eserde kendi gençlik yıllarından hareketle bir "nesil hikâyesi" anlatmıştır.

Madam Bovary, Fransız yazar Gustave Flaubert'in "Madam Bovary: Taşra Hayatı" orijinal ismiyle 1856'da yayınlanan ilk romanıdır. Yaşadığı sıkıcı ve sıradan taşra hayatından kurtulabilmek için sınırlarını umutsuzca zorlayan Madam Bovary'nin hikâyesini anlatır. Eser Batı Klasikleri arasında önemli bir yere sahip olarak anılmaktadır.

Madame Bovary, kuzey Fransa'da, Normandiya'daki Rouen kasabası yakınlarında geçer. Roman, tuhaf giyimli, utangaç bir genç olan Charles Bovary'nin yeni okulundaki ilk gününde sınıfa girmesiyle ve arkadaşları tarafından alaya alınmasıyla başlar. Öğrenim hayatında gösterdiği bütün çabaya rağmen Charles ancak ikinci sınıf bir tıbbi derece elde edebilir ve Halk Sağlığı Hizmetinde Sağlık Memuru olarak çalışmaya başlar. Annesinin onun için seçtiği sevimsiz ama sözde zengin bir dul olan Héloïse Dubuc ile evlenir. Kariyerinin başlangıç noktası olarak Tôtes köyüne yerleşir.

Bir gün Charles, sahibinin kırık bacağını iyileştirmek için yerel bir çiftliğe davet edilir ve orada evin kızı Emma Rouault ile tanışır. Emma, manastırda "iyi eğitim" almış, şiirsel giyimli güzel bir genç kadındır. Popüler romanlarda okuduğu lüks ve romantizm dolu hayatlara özlem duymaktadır. Charles görür görmez ondan hoşlanır ve hastasını gerektiğinden çok daha sık bir şekilde ziyaret etmeye başlar. Bir süre sonra Héloïse'in kıskançlığı yüzünden bu ziyaretler son bulur.

Romanda Héloïse beklenmedik bir şekilde ölür. Charles makul bir süre bekledikten sonra tekrar Emma'yla ilgilenmeye başlar. Babasının da onay vermesiyle, Emma ve Charles evlenir.

Buradan sonra roman Emma'ya odaklanır. Charles iyi niyetlidir ama beceriksizdir. Marquis d'Andervilliers tarafından davet edildikleri zarif bir balodan sonra, Emma evlilik hayatını donuk bulmaya başlar ve neşesini kaybeder. Charles, karısının bir manzara değişikliğine ihtiyacı olduğuna karar verir ve işini daha büyük pazar kasabası olan Yonville'ye (geleneksel olarak Ry kasabası olarak geçer) taşır. Orada Emma'nın kızı Berthe doğar, ancak annelik Emma'yı hayal kırıklığına uğratır. Yonville'de tanıştığı, edebiyat ve müzik konusunda kendisiyle aynı zevkleri paylaşan Léon Dupuis adında genç bir hukuk öğrencisine delicesine aşık olur ve yaşama sevinci tekrar geri gelir. Fakat kendine yakıştırdığı erdemli eş ve özverili anne imajında teselli arayarak Léon'a olan tutkusunu ve Charles'a olan tiksintisini içine atmak zorunda kalır. Léon, Emma'nın aşkından umudunu kesince eğitimi için Paris'e gider.

Bir gün, zengin ve hovarda bir toprak sahibi olan Rodolphe Boulanger, hizmetçilerinden birini tedavi için Charles'a getirir. Orada Emma ile karşılaşır ve onun kolay bir av olacağını hisseder. Emma'nın sağlığına iyi geleceğini bahane ederek onu at binmeye davet eder. Saf hislerle sadece karısının sağlığını düşünen Charles, bu planı kolayca benimser. Bu gezide Emma ve Rodolphe ilişkisi başlar. Romantik fantezilerle kontrolü kaybeden Emma, tehlikeli aşk mektupları ve gizli buluşmalarla kendinden ödün vermeye başlar. Dört yılın sonunda Emma, birlikte kaçmaları konusunda ısrar etmeye başlar. Rodolphe, bu plan için o kadar hevesli değildir ve kaçmayı planladıkları günün arefesinde, Emma'ya yolladığı bir kayısı sepetinin altına gizlediği bir özür mektubuyla ilişkiyi sonlandırır. Yaşadığı büyük şok üzerine Emma depresyona girer ve kısa bir süreliğine kurtuluşu dinde arar.

Emma neredeyse tamamen iyileştiğinde, Charles onu, Rouen yakınlarındaki bir operaya götürür. Opera, Emma'nın içindeki tutkuları yeniden uyandırır ve tam o sırada tesadüfen aynı operayı izlemeye gelmiş eski sevdalısı Léon ile karşılaşır. Léon mezun olmuş ve Rouen'de çalışmaya başlamıştır. Aralarında aşk ilişkisi başlar. Charles'ı piyano dersleri aldığına inandıran Emma, her hafta Léon ile aşk yuvası olarak gördükleri otel odasını ziyaret etmeye başlar. İlişkilerinin başında ikisi de çok mutludur ama Léon zamanla Emma'nın duygusal aşırılıklarından sıkılmaya başlayınca Emma'nın Léon hakkındaki hisleri de bulanıklaşır. Bu arada Emma düzenbaz bir tüccar olan Lheureux'ın ağına düşmüştür. Kontrolden çıkan lüks harcamaları yüzünden oluşan borcuna karşılık Charles'ın mülkü üzerine bir vekâletnameyi tüccara vermek zorunda kalır.

Lheureux, Bovary'nin borcunu tahsil etmek için eve ihtarname gönderince Emma, Léon ve Rodolphe dahil pek çok kişiden borç ister ama geri çevrilir. Umutsuzluk içinde arsenik içerek intihar etmeye karar verir ve acılar içerisinde ölür. Acılı eş Charles, derin bir kedere gömülür, Emma'nın hatıralarını canlı tutmak için yatak odalarını bir mabede çevirir ve hiçbir eşyanın atılmasına izin vermez. Yaşamının son aylarında, çalışmayı bırakır ve mallarını satarak ayakta kalmaya çalışır. Evini, Lheureux'a olan borçları yüzünden kaybeder. Tesadüfen Rodolphe ve Léon'un aşk mektuplarını bulur ve temelli çöker. Charles ölünce küçük kızı Berthe'yi büyükannesi yanına alır ama o da kısa süre sonra ölür. Berthe daha sonra onu pamuk fabrikasında çalışmaya gönderecek kadar fakir bir teyzesinin yanına gitmek zorunda kalır. Kitap, Charles'ı tıp alanında kendine rakip gören yerel eczacı Homais'in, Yonville halkının nezdinde itibar kazandığını ve tıbbi başarıları için ödüllendirildiğini söyleyen bir iki kapanış cümlesiyle biter.

Birkaç alıntı;
“Sakinlerine alışık olduğundan, bilakis, değişik, arızalı manzaralar peşindeydi. Denizi ancak fırtınaları için sever, yeşillikten ancak, harabeler arasına parça parça serpilmiş olursa hoşlanırdı.”
“Hayatın, hülyamızı inciten bin bir hali arasında, düşüncemizi soylu yaradılışlı insanlara, saf sevgilere, mutluluk tablolarına bağlayabilmek ne kadar tatlıdır.”
“Emma, olayların ayrı yerlerde aynı biçimde olabileceğine inanmıyordu; mademki hayatının geçen kısmı fena olmuştu, bundan sonrakinin daha iyi olacağından kuşkusu yoktu.”
“Onun sandığına göre aşk, şimşek parıltıları ve gök gürültüleri ile kendini birdenbire gösterir, göklerden düşüp hayatı altüst eden, iradelerimizi birer yaprak gibi söken, bütün kalbi uçuruma sürükleyen bir kasırgaya benzerdi. Bilmiyordu ki, evlerin taraçalarında oluklar tıkalı ise, hafif yağmurdan da göller hasıl olur…”
“Kendini zayıf hissetmekten duyduğu zillet şehvetin ılımlaştırdığı bir kin haline geliyordu.”
“”Aşktan daha sağlam bir şeye dayanmaktan başka da bir şey istediği yoktu zaten.”
Zevkler bir okul avlusundaki çocuklar gibi, kalbinin üzerinde o kadar tepinip durmuştu ki, orada hiçbir yeşillik bitmiyor ve oradan kim geçerse, çocuklardan daha sersem, onlar gibi adını duvara kazımayı bile akıl edemiyordu.”
“Gururdan yorulmuş ruhu, nihayet Hristiyanlığın alçakgönüllülüğü içinde dinleniyor ve Emma, zayıf olmanın tadını çıkara çıkara, iradesinin, kendisine ilahi bağışlamasının sızmasına geniş bir gedik açacak olan parçalanışını seyrediyordu.”
“…kötü edebiyat da var; fakat güzel sanatların en önemlisini topyekun mahkum etmeye kalkışmak, bana, Galilei’yi hapsettikleri o aşağılık devre layık bir ahmaklık, eskimiş bir düşünce gibi gelir.”
“Zaten bütün büyük sanatkarlar mumu hep iki ucundan yakarlar; muhayyilelerini biraz harekete getirecek bir hovardalık hayatına ihtiyaç duyarlar. Fakat gençliklerinde para biriktirmek akıllılığını göstermedikleri için hastanelerde ölürler.”
“O andan itibaren hayatı sadece bir yalan kumkuması haline geldi. Aşkını gizlemek için, tüllere sarar gibi yalanlara sarıp sarmalıyordu.”
“Hatta konuyu genişleterek çeşitli milletlere mensup kadınlardan söz açtı: Alman kadını edalı, Fransız kadını çapkın, İtalyan kadını hırslı olurmuş.”
“Fakat sevdiğimiz kimseleri hor görmek bizi onlardan az çok uzaklaştırır. Mabutlara dokunmamak lazımdır, yoksa yaldızları elimizde kalır.”
“İkisi de mektuplarında çoğu zaman aşklarıyla ilgisi olmayan şeylerden söz etmek derecesine geldiler; Emma’nın gönderdiği mektuplarda çiçeklerden, şiirsen, aydan, yıldızlardan bahis vardı. Bunlar, bütün dış yardımlarla alevlenmeyi deneyen zayıf düşmüş bir tutkunun safça başvurduğu çarelerdi.”
“O zamanlar ne kadar huzur içindeydi! Okuduğu kitaplara göre hayal etmeye çalıştığı o inanılmaz aşk duygularına şimdi ne kadar hasret çekiyordu!”

Eserle ilgili ansiklopedik bilgilerden alıntılarla; Romanın zaman ve mekan seçimi, Flaubert'in gerçekçi tarzını ve romanın kahramanı Emma üzerinden içinde yaşadığı toplumu nasıl yorumladığını anlamak için önemlidir.

Flaubert, taşra halkının ahlak, görgü ve davranış kalıplarını anlatarak onların aslında şehirli orta sınıfı taklit etmeye çalıştığını göstermek ister. Flaubert, gündelik hayatın tam bir yansımasını tasvir etmeye çalışmıştır. Yonville kasaba fuarının geçtiği bölüm buna çok iyi bir örnektir; bir yandan fuardaki olaylar gerçek zamanlı anlatılırken diğer yandan da fuara yukarıdan bakan bir pencerenin arkasında gerçekleşen çok samimi bir yakınlaşma eş zamanlı verilir. Flaubert'in, taşranın gündelik hayatını aktarırken kullandığı gerçekçi üslup, kitaba itibar kazandırmasının yanında edebi gerçekçilik akımının da başlangıcı olmuştur.

Flaubert'in kurguladığı sıradan ve basit gerçeklik, romanın baş kahramanının aşırı arzularıyla tam bir kontrast halindedir. Gündelik hayatın bayağılığı, Emma'nın romantik fantezilerine hiç uymamaktadır. Flaubert, zaman, mekan ve karakterleri yansıtmak için bu karşıtlığı bir arada kullanır. Emma gündelik gerçekliğin ışığında daha kaprisli ve gülünç görünür. Bununla birlikte onun arzuları da taşra insanının sıradanlığını daha belirgin hale getirir. Taşrada aldığı yetersiz eğitimle imkânsız gibi görünse de Emma'da, güzelliğe ve yüceliğe dair bir arayış vardır; bu arayış burjuva sınıfında görünmez.

Flaubert'e, abartıdan uzak, doğal bir dille, gerçek dünyaya ait bir roman yazması, arkadaşı ve akıl hocası olan Louis Bouilhet tarafından önerilmiştir. Gerçekte de, yazım stili Flaubert'in en çok önemsediği unsurdu. Flaubert romanı hakkında yazdığı bir mektupta, bu romanın herhangi bir şey hakkında olmadığını, sağlamlığını dışarıdan aldığı bir konudan değil, kendi tarzından aldığını söylemiştir. Gerçekçilik akımı, bir yönüyle, Romantizm akımına bir tepkiydi. Romandaki Emma karakteri, romantizmin sembolü olarak görülür; Çünkü ne düşünceleri ne de duyguları yaşadığı dünyanın gerçeklerine bağdaşmamaktadır. Bazı yönlerden birbiriyle özdeşleştirilmiş olmalarına rağmen Flaubert, çoğunlukla, Emma'nın romantik hayallerinden ve edebiyat zevkinden alayla bahsetmiştir.

Madam Bovary, Flaubert'in yaşadığı dönemlerde, özellikle de Louis Philippe döneminde, işçi sınıfı ve soylu sınıfı arasında yeni yeni belirmeye başlayan şehirli orta sınıfın asla gerçekleşmeyecek delicesine hayallerini, kendini beğenmişliğini, kültürsüzlüğünü hicveden bir burjuva eleştirisi olarak görülmektedir.

Uzun zamandır en iyi romanlar arasında sayılan bu kitap, kurgusal gerçekliğin "kusursuz" bir örneği olarak gösterilmektedir. Henry James'e göre "Madam Bovary'nin mükemmelliği onu zirvede yalnızlığa mahkum etmiştir ve onun bu emsalsizliği yargıların ötesindedir." Marcel Proust Flaubert'in tarzındaki "gramatik sadelik"ten övgüyle bahsederken Vladimir Nabokov, "şiir üslubuyla yazılmış düzyazı" betimlemesini yapmıştır. Benzer şekilde, Milan Kundera, Şaka adlı romanının önsözünde şöyle yazar: "Flaubert'e kadar düzyazı, "estetik olarak yetersiz" damgasını taşıyordu; Madam Bovary'den sonra estetik olarak şiirle bir tutulmaya başlandı". Giorgio de Chirico, anlatıcının konumu açısından düşünüldüğünde, yazılmış en kusursuz romanın Madam Bovary olduğunu söylemiştir. Julian Barnes de bu kitabı, yazılmış en iyi roman olarak göstermiştir.

Kocasını aldatan kadın (ve sonunda intihar etmesi) konusu meşhurdur ve pek çok yazarın önemli eserlerinde karşımıza çıkabilir. Tolstoy’un yine dünya klasikleri arasında yer alan Anna Karenina’sı ve Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’su ilk akla gelen örnekler. Konu benim için güzel değil ama edebi olarak taşıdığı nitelikler en az bir kez okumamı gerektirdi. Açıkçası her ne kadar ağdalı bir anlatımı olmasa da sıkılarak okudum Flaubert’in bu eserini. Daha önce okuduğum Yerleşik Düşünceler Sözlüğü, Bir Delinin Anıları, Saf Bir Yürek, Konuksever Aziz Julien Söylencesi ve Herodias adlı eserleri de bende büyük edebi hazlar ve kalıcı izler bırakmadı. Batı Klasikleri okumalarınız için mecburiyet arz ediyor bu roman, fakat benim favorilerim arasında değil maalesef. Eh o kadar da okuma zevkimiz ve tercih hakkımız olsun değil mi?