Hali hazırda Müslümanların yaşadığı menfi şeyler, kıssaları Kur’an’ı Kerim’de anlatılan toplumların yaşadıklarıyla aynı sayılır. Nübüvvetin temel gayesi olan tevhid davetinin zamanla bozulması, şirkin, delaletin, bidat ve hurafelerin dine bulaşarak onu inzal olduğu safiyetinden uzaklaştırarak itikadi ve ameli sapmaların dine hâkim olmasına karşı yapılan uyarıların pek faydası olmadı. Halbuki Resulullah (sav) geçmiş ümmetlerin düştüğü sapkınlıklara ve hatalara karşı defalarca ikaz etmişti ümmetini. Yahudi ve Hristiyanların peygamberlerinden sonra nasıl bir yola girdiğini, iman ve amelde hangi yanlışlıklara duçar olduklarını en ince ayrıntısına kadar haber vermişti. “Geçmiş ümmetleri adım adım, karış karış takip edeceksiniz; hatta onlardan birisi keler deliğine girecek olsa siz de o deliğe gireceksiniz!” şeklindeki nebevi ihzar çok mühimdi lakin ümmet üzerine alınmadı; ya da muhtelif bahanelerin arkasına saklanarak kendisine yakıştıramadı.

Nebi (as)’nin ahirete irtihali ile zamansal uzaklık arttıkça Halis Din’den kopuş, ayrılık, inhiraf, ihtilaf ve teferruk ziyadeleşti; neredeyse aynı dine mensup kişiler farklı dine bağlılarmış gibi, bir araya gelmeye mâni köklü anlayışlar, kabuller ve değişimler husule geldi. Kalplerdeki iman hassasiyeti, vahiyle irtibat zayıfladı; iman amele, hassasiyet ahlaka dönüşemedi. Bu durumu ilahi ihbar ta o günden haber verip uyarırken kimse ne haldeyiz diye muhasebe yapmadı. “İnananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki, kalpleri Allah´ın zikrine ve inen hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?” (Hadid suresi:16).

Yaşanan menfi ahvalin birçok sebebi olduğu söylenebilir ancak en büyük sebep Allah’ın kitabının, şu veya bu sebeple zamanla dinin esaslarını belirleyen konumundan çıkarılmasıdır. Her ne kadar Kitabullah, deliller hiyerarşisinin en üstünde yer alsa da tarihsel süreçte meydana gelen fıkıh, tefsir, hadis, tefsir vb. ilim dallarındaki müktesebat ön plana çıkarak yorumla Kur’an’ın önüne geçirildi. Kimse böyle yaptığının farkına vararak yapmadı; geleneğin tamamını kutsal dairesi içinde mütalaa eden anlayışların zamanla üretileni Halis Din’in yerine ikame etmeleri iyi niyetlerin üstüne bina edilmiş çürük yapılardı. Gelenek ten kopuk bir dini anlayış nasıl modern akımlarca dinin aslını bozarak beşeri bir ideolojiye dönüşme tehlikesine maruz ise ,eğrisi-doğrusuyla geleneği olduğu gibi kutsayarak her çağa taşımak da dini yaşanılmaz hale getirerek insanlığın gündeminden çıkartma tehlikesine maruzdur. “Şüphesiz bu Kur’an, en doğru /sağlam yola iletir. Salih ameller işleyen Müminlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler”.

Tekevvün ettiği asrın ihtiyaçlarına -muvakkaten-cevap veren bazı hükümler olduğu gibi çağlar üstü kabul edilerek günümüze taşınınca İslam düşünce dünyası, hukuk sistemi donuklaştı; adeta Müslümanlar kendi ayaklarına pranga vurdular. Dönemsel kimi tecdit hareketleri de farklı saiklerle ve biraz da teşekkül etmiş bulunan statik devlet nizamının baskıcı karakteri yüzünden ya çok mevzi kaldı ya da daha başlamadan bastırıldı. Planlı programlı olmayan her yenilik ve teceddüt hareketi Kur’an-ı Kerim ve Sünnet merkezli bir dönüşüm olarak adlandırılamaz elbette. Bazı hareketler şaz ve ğai yorum üzerine bina edildiğinden ötürü İslam toplumlarında yenileşmeye ve yeni fikir akımlarına karşı umumi bir muhalif duruş benimsendi ki bu anlayış geleneksel yapılarda hala kuvvetli bir şekilde mevcudiyetini korumaktadır.
(Devam edeceğiz…)