Asırlar boyunca Hilafetin merkezi olan Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması, akabinde yıkılması, Hilafetin ilğası ile askeri, ilmi, sosyal, iktisadi ve düşünsel olarak daha iyi durumdaki Batı dünyası hızlı bir biçimde İslam coğrafyasını işgal ve istismara başladı. Böylece modern sömürü sistemi de inşa edilmiş oldu.
Batı, kilisenin skolastik düşüncesinden neşet eden aklı öldüren baskıcı tahakkümünden Reform ve Rönesans hareketleri neticesinde kurtulunca yavaş yavaş Doğu dünyasını geçmeye başladı. Aklın fonksiyonel kılınması Protestan anlayışın yaygınlaşmasına katkıda bulundu. Kutsal Kitap’ın ana dillere tercüme edilerek dinin merkezine yerleştirilmesi, Kralların elini güçlendirirken Kilisenin gücünü ve nüfuzunu kırdı. Kutsal Kitap’ın otoritesi Kilisenin otoritesini kırdıktan sonra asli heyetini kaybeden muharref din vicdanlara hapsolmaya yoluna girdi. Kutsal Kitap hermenötik okumaya tabi tutularak tamamen hayatın dışına sürülerek vicdanlara hapsedildi. İyi bir Hıristiyan olmak için Şeriat’a uymak ya da helal haram çizgisine dikkat etmekten ziyade(amel) imanla aklanmak ön plana çıkınca toplumsal yapı süratle başkalaştı. Bu noktada Batı’nın ilerlemesine mâni olan Kilise ve Ruhban sınıfından tahallusu yeni fikir akımlarının doğmasına vesile oldu. Tahrif edilmiş hükümler içeren Tevrat ve İncil’i muhafaza ettiğini iddia eden din adamlarının baskısının kalkması Batı için doğru bir hamle olarak değerlendirilebilir; zira kendi ürettikleri kabullerle kendi önlerine koydukları engellerden kurtulan düşüncenin yeni ürünler vermesine, toplumsal binanın hayat bulmasına vesile oldu.
İslam alemi Batı’nın yaşadığı fikri donuklaşmaya benzer ağır bir dönem görmese de belli oranda katılık gözlemleniyordu. Bu donukluk muvakkat yorumların ve bu yorumlarla şekillenmiş toplumsal yapının durağan niteliğinden kaynaklanıyordu. Tevrat ve İncil’de vuku bulan kelime tahrifinden ziyade teville kelimenin manasının başka hale dönüştürülmesi ve din adamlarının görüşlerinin mutlak hakikat mertebesinde kabul edilmesi Yahudi ve Hıristiyanların düştüğü yanlışa düşmemize sebep oldu. Toplum; ulema, avarif ve devlet adamlarının anlayışlarına göre teşeyyu etti. İhtilaflar büyüyerek teferruka dönüştü, her grup kendi yanındaki ile övünür oldu: “De ki; muhakkak ben açık bir uyarıcıyım. Aynen daha önce parça parça olan ümmetlere indirdiğimiz gibi (siz de gruplaşacaksınız/fırka fırka olacaksınız). Onlar öyle kişilerdir ki Kur’an-ı Kerim’i parça parça gibi (bir kısmına bağlı taife haine geldiler.” (Hicr:15).
Müslümanlar arasında muhtelif sebeplerle meydana gelen ihtilaflar ve fırkalaşmalar nesilden nesile, coğrafyadan coğrafyaya kutsal bir miras gibi tereke namına bırakıldı. İyi niyetli bazı çabalar ise ağır saldırılarla başlamadan püskürtüldü. İslam medeniyetinin gerilediği dönemlerde büyük münakaşa, münazaa, mücadele ve muharebelere sahne olan Avrupa kıtasında terakki eden Batı uygarlığı 20 yüzyılda bu üstünlüğü ile dünya üzerinde hegemonya kurdu.
Kur’an-ı Kerim, risaletin kesildiği fetret devrinde Resulullah(sav)a nazil olmaya başladığında insanlık, vahiyden ve nübüvvettin örnekliğinden oldukça uzaklaşmıştı. İki büyük din mensupları genel bir inhiraf içindeydiler. Kur’an’ın temel amacı insanları karanlıklardan Nur’a/aydınlığa /hidayete çıkartmaktı “Elif-lâm-râ. Bu, rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır.”(İbrahim:1-2).
“Şüphesiz ki sen(vahiyle)dosdoğru yola iletiyorsun!” buyruğuna muhatap olan Hz. Nebi insanları yeni nazil olan Kur’an’ın zikriyle irşad ediyor, vahiyle uyarıyordu. Resulullah’ın birçok vazifesinden birisi de önceki ümmetlerin ihtilafa düştükleri mevzuları açıklığa kavuşturmak, insanları tekrar tevhid üzere cem etmektir. Bütün münzel hakikatler hidayet ve rahmetin menbaı olmaları hasebiyle müşterektir; birbirini tasdik eder, tamamlar: ”Kitabı sana ancak insanların ihtilafa düştükleri şeyleri beyan etmen için, iman eden bir kavme de bir rahmet ve hidayet olması amacıyla indirdik!”(Nahl:64).
(Devam edeceğiz…)