Günümüzü Ne güzel anlatıyor.
Zaman, kendi içinde her şeyi öğütüyor.
Kutsal olanı sıradanlaştırıyor, sıradan olanı kutsal bir surette sunabiliyor.
Bugün İslam adına konuşan, yazan, şekil veren nice yapı, dünün mücadelesini bugün pazarlığa çevirmiş durumda.
Saf iman yerini stratejik konumlanmalara, ilkesizlik ise maharet kılıfıyla sunulan bir ustalığa bırakıyor.
Yirmi sekiz Şubat’ta “derine karşı sokakta konumlandırılan milli görüş çizgisi, bugün sarayın sofrasına çadır kurmuş.
Bir zamanlar devlete kafa tutanların, şimdi devletin kapı kulluğuna rıza gösterdiği bir manzara bu.
O gün meydanlarda küfür düzenine savaş açanlar, bugün o düzenin protokolünde sıraya girmiş.
Cübbeliler, sarıklılar, şalvarlılar, sarıklılar…
Ehlisünnet adına fetvalar veren, her kelimesini hadisten devşirdiğini söyleyenler…
Ne zaman güç konuşsa, dilleri tutuluyor.
Ne zaman saraydan bir fısıltı gelse, ayetler yerini dualı methiyelere bırakıyor.
Akan sular duruyor; çünkü söz konusu olan artık iman değil, istikbal.
Ve badem bıyıklı cemaatler…
Her biri bir başka rüzgârın peşine takılmış.
İsimleri farklı, ama yönelimleri aynı.
İstikameti menfaat, yönü muktedirden yana.
Dün “dava” diyen ağızlar, bugün “devletin bekası”ndan dem vuruyor.
Ve devletin bekası, her seferinde kendi bekalarına çıkıyor.
Kalem tutanlar da payını alıyor bu çürümeden.
Bir zamanlar “hakkı haykırmak” için yazanlar, bugün güç arkalarındaysa sessizliği erdem belleyip, “sükût ikrardan gelir” sözüne sığınarak susmayı seçiyor.
Cesaret, yalnızken sınanır; ama onlar kalabalıktan besleniyor.
Güce yaslanan cümlelerin, hakikati örttüğü bir devirdeyiz.
Ve bütün bu manzaraya bakarken, insanın aklına Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hakikat geliyor: “Ali’nin namazı güzel ama Muaviye’nin sofrası yağlı.”
Bu söz, tarihsel bir tercihin özetidir aslında.
Bir yanda adaletin, ehliyetin, hakkaniyetin temsilcisi Ali.
Diğer yanda siyasetin, kurnazlığın, konforun ehli Muaviye.
Bugün birçokları, Ali’nin haklılığını kabul etmekle birlikte Muaviye’nin sofrasında oturmayı tercih ediyor.
Zira hakikat acıtır, çıkar ise tatlıdır.
Ve nice dindar, o tatlıya ‘helal’ bahanesiyle yöneliyor.
Oysa İslam, hakikati eğip bükmeden söylemeyi; zalime karşı susmamayı, mazlumun yanında olmayı emreder.
Şekille öz aynı olmadıkça, cübbe, sarık, şavral, sakal, örtü sünnet değil sadece süs olur.
Sakal, Cübbe, Sarık, ilim değil sadece kostümdür.
Ve dil, hakkı konuşmadıkça yalnızca kuru gürültüdür.
Velhasıl, sarayın gölgesinde din yaşanmaz.
Gölgeden beslenenlerin dini de gölgelidir.
Işığa çıkan yanar belki, ama ancak yananlar yol olur geride kalanlara.
ALİ’NİN NAMAZI GÜZEL AMA MUAVİYE’NİN SOFRASI YAĞLI
Zafer Çam
Yorumlar
Trend Haberler
Kırşehir'den giden polisin cenaze konvoyuna saldırı!
100 Bin TL’lik promosyon Kırşehir’de başladı
Öğrencilere çalışma masası ve sandalye hediye edildi
Boztepe Çiğdeli Köyü Modern suya kavuşuyor
Kırşehirli siyasetçi yol kazası geçirdi
Ejderoğlu Kuyumculuk yaptı yine yapacağını
ASGARİ ÜCRETTEN MEMNUN MUSUNUZ?
Ankete Katıl
Özel Haber
Basın İlan Kurumu