Aleksandr İsayeviç Soljenitsin 1918'de Güney Rusya'nın Kislowodsk şehrinde doğdu. Rostov Üniversitesi'nde matematik, fizik ve tarih okudu. 1941 yılından itibaren Sovyet ordusunda topçu subayı olarak görevdeyken, 1945'te Stalin'in politikasını sözleriyle eleştirince Kazakistan ve Orta Asya'ya sürgün edildi. Soljenitsin, serbestliğinden sonra kendisini yazarlığa verdi. Yurt dışında gezide olduğu bir sırada, 14 Şubat 1974'te vatandaşlıktan çıkarıldı. O önce İsviçre'ye iltica etti, 1976 yılında da ABD'nin Vermont eyaletine yerleşti. 1990 yılında Michail Gorbatschow tarafında Rus vatandaşlığı geri verildi. Soljenitsin 1994 yılında Rusya'ya geri döndü ve kahraman gibi karşılandı. Rus Bilim Akademisi üyeliği yaptı. 3 Ağustos 2008'de hayatını kaybetti.

20. yüzyıl Rus edebiyatının ikinci yarısının gelişmesinde ve şekillenmesinde Aleksandr Soljenitsın’ın yeri ve önemi kuşkusuz çok büyüktür. Onun eserleri; içinde geniş bir Rus tarihini barındıran, gerçek olaylara dayanan eserlerdir. Eserlerinde daha çok kendinin de deneyimlediği Stalin dönemindeki Sovyet çalışma kamplarının gerçek yüzünü okuyucuya aktarmaya çalışan Soljenitsın, “Matriyona’nın Evi” adlı öyküsünü ise köy nesri türünde yazarak köylü kadınının gündelik yaşamını yalın bir dille okuyucuya aktarmaktadır.

Matriyona’nın Evi, ilk gözağrısını Birinci Dünya Savaşı’nda, kocasını ise İkinci Dünya Savaşı’nda kaybeden, topal kedisi ve keçisiyle yaşayan Matriyona’nın hikâyesidir. Matriyona, “her köyde onu ayakta tutan bir doğru vardır” atasözündeki “doğru” insandır. Soljenitsin’in bu iki novellası savaşın ayırdığı ve birleştirdiği hayatların talihsiz yazgısına dair estetik ve politik bir eleştiridir.

Kübra Çağlıyan Şakar’a göre; Aleksandr Soljenitsın’ın “Matriyona’nın Evi” adlı eseri köy nesri türünde yazılan eserler arasında önemli bir yere sahiptir. Eser, yazarın Stalin dönemindeki Sovyet çalışma kampından döndükten sonra kendini dış dünyadan soyutlayıp kırsal bir okulda öğretmenlik yaptığı sırada karşısına çıkan ve ona evini açan Matriyona Vasilyevna Zakharova’nın hayatını konu ettiği, tamamen gerçek olaylara dayanan otobiyografik bir eserdir. Yazar, bir insanda bulunması gereken tüm iyi nitelikleri kendinde toplayan Matriyona’nın suretinde, ömrü boyunca hiç yüzü gülmemiş Rus köylü kadınlarının hikâyesini büyük bir ustalıkla anlatır. Özünde hiç de kolay olmayan köy yaşamına dönemin zorlu koşullarının da eklenmesiyle yaşamlarının nasıl altüst olduğunu tüm detaylarıyla gözler önüne sermektedir

Haydi birkaç alıntıya bakalım;
“Soljenitsın'ın Matriyona'sının kaderinde onun umutsuz sabrıyla Rusya tarihinin tüm trajik sayfaları yansıtılır: hem devrim hem “on dördüncü yılın sarı temmuzu”; savaşa giden nişanlısını Matriyona sonuna kadar bekleyemez (“Savaşa gitti kayboldu… Üç yıl saklandım ben, bekledim. Ne bir haber. Ne de gelen…”); ve Matriyona’nın kocasını kaybettiği Vatan Savaşı ve kollektif çiftçilerle ilgili kaos (“Başkan yeni (…) ilk iş olarak tüm sakatların bostanını küçültmek…”), ve “yeni emeklilik yasası””

“Aşağıda anlatacağım olaydan en azından bir buçuk iki yıl sonra bile trenler Moskova’nın yüz seksen dört kilometre ilerisinde birden yavaşlar, sanki yollarını yoklaya yoklaya yürümeye başlarlardı. Yolcular hemen pencerelere, sahanlıklara üşüşürlerdi. Yolu mu onarıyorlardı, yoksa tren raydan mı çıkmıştı? Hayır. Geçidi aşar aşmaz tren yeniden hızlanır, yolcular da yerlerine otururlardı. Neden böyle yavaşladıklarını yalnız makinistler bilirlerdi. Bir de ben…”

''1956 yılının yaz aylarındaydık. Nereye gittiğimi bilmede, bir başıma sıcak, çörak ve tozlu çöllerden Rusya topraklarına girmiştim. Rusya’da hiç kimsem yoktu. Bunun nedeni ise 10 yıl gibi bir sure, bu ülkede yaşamamamdı. Sadece merkezi bölgelere giderek, güneşin kavurucu sıcağından kurtulmak istiyordum. Rusya’nın tam kalbinde herkesin gözünde uzak yaşamak istiyordum ama tabii ki Rusya’da öyle bir yer yoktu.''

“Mutfak bölmesinin ardındaki lambayı yakar, gürültü çıkarmamaya çalışarak fırını usulca tutuşturur, keçiyi sağmaya gider (bütün varlığı bu kirli beyaz, eğik boynuzlu keçisiydi), su getirir, üç dökme demir çömlekte yemek pişirirdi. Yer altı kilerinden çıkardığı en küçük patatesleri bir çömlekte keçi için, iriceleri öteki çömlekte kendisi için, yumurta büyüklüğündeki
patatesleri de üçüncü çömlekte benim için kaynatırdı”

“Akşama ne istersiniz?” diye soran Matriyona’ya “Akşama ne isteyecektim haşlanmış patatesten, patates çorbasından başka? Cephede olduğu gibi günde iki öğün yemek, üstelik hep aynı şeyler”

“Devlet memurlarının karşısında değil de çalıların önünde, taşıdığı ağır yükün altında eğilmekten belinin kopması pahasına da olsa yaşantısından memnun, yüzünde iyiliksever bir gülümseme, keyfi yerinde evine dönerdi”

Matriyona’nın suretinde Rus halkının batıl inançlarını şu şekilde özetlemektedir: “Ona göre; “Aziz İvan gününde bostana gidilmezdi, gidilirse ertesi yıl ürün alınmazdı. Hava tipilediği zaman birisi kendini asmış demekti. Ayağınızı kapıya kıstırırsanız eve konuk beklemeliydiniz””

Savaş, insanları sadece açlığa ve yokluğa mahkûm etmez, onların alın yazılarının da kötü yazılmasına sebep olur. Henüz on dokuz yaşında genç bir kızken sevdiği adamın Almanlarla savaş çıkması sonucunda askere çağırılmasıyla hayatı altüst olur. Yıllarca sevdiğinin dönmesini bekler fakat onun dönüşü Matriyona’nın evlenmesinden çok kısa bir süre sonra gerçekleşir. Hayatının en büyük yıkımını öldü sandığı sevdiği adamı karşısında görünce yaşar. Çünkü o adamın kardeşiyle evlenmiştir. Tüm bu yaşananların sebebini Petrov yortusunda evlenmesine bağlayan Matriyona’nın yaşamında bundan sonra hiçbir şey yolunda gitmez. Altı kez çocuk doğurur fakat her biri en fazla üç ay yaşayıp ölür. Bunların üzerine de eşini 1941 yılında savaş çıkması sonucu askere çağırırlar. Askerden bir daha geri dönmeyen kocasının akıbeti hakkında hiçbir şey bilmeyen Matriyona hayatın tüm zorluklarıyla tek başına mücadele etmeye çalışır.

Terry Eagleton şöyle diyor; “Etkisi altında bulundukları ideolojiye mesafe alarak, o ideolojiyi içeriden algılamamızı sağlayan iki yazardan biri Balzac ise diğeri Soljenitsin’dir.” Bu insani novellayı okuduğum için memnunum. 1970 yılı Nobel ödülü sahibi Soljenitsin’in bir novella ve bir romanını daha sizlerle paylaşmayı diliyorum.