Bazı günler vardır, müfredatta yeri yoktur ama gönülde derin izler bırakır.İşte o günlerden birini daha yaşadık Minik Filozoflar Sınıfı’yla…

Kilis’in eteklerinden uzanan tozlu bir yoldaydık. Yolun iki yanında zeytin ağaçları, sabahın serinliğinde buram buram toprak kokusu…Camdan dışarıya uzanan minik parmaklar, her ağacı, her kuşu, her rüzgâr esintisini sanki kalplerine çiziyorlardı.Yavrularımdan biri “Öğretmenim, ben acı biber yemem!” dedi gülerek.Bir diğeri, “Öğretmenim, ellerimiz yanmaz mı biber toplarken ?” diye sordu, merakla.

Gülümsedim.

“Ne güzel,” dedim içimden. “Korkuları bile masum çocukların.”

Köy yolunun sonunda bizi karşılayan manzara, sanki bir tablo gibiydi.Kırmızıya durmuş Kilis Biberi tarlaları, güneşin altın ışıklarıyla alev alev parlıyordu.Toprağın kokusu, bereketin sesi gibi yükseliyordu havaya.Minik Filozoflar, birer birer dizildiler tarlaya.Eğildiler, topladılar, gülüştüler.O minik ellerin değdiği her biber, sanki sevinçle kopuyordu dalından.Bir adım geride durdum, izledim sessizce…O an, çocuk ellerinde sadece biber değil; bir ülkenin umudu, emeği, alın teri vardı.

Evet… Bugün Kilis Biberi hasadına katıldık.Toprağı kokladık, güneşi tenimizde hissettik, emeği gördük.Ama aslında, bir milleti ayakta tutan en kıymetli değeri öğrendik:

Emek.

Belki şehirde unuttuğumuz bir koku, belki zamana yenilmiş bir alışkanlıktı bu.Ama o gün, yeniden hatırladık bir tohumun, bir damla terin, bir çocuğun tebessümünün ne kadar kıymetli olduğunu.Ve bir kez daha anladık ki; bilmek yetmez.Eğitim, ancak yürekte hissedilince gerçektir.

O gün, müfredat sessiz ama gönüllerimiz doluydu.Bir öğretmen olarak, evlatlarımın avuçlarında geleceği gördüm yavrularımın biberlerin kırmızısında, umudun rengini.