Her şehrin bir kalbi vardır.
Kimi şehirde bu bir çınar ağacıdır, kimi şehirde bir meydan, kimi şehirdeyse bir kale.
Kırşehir’in kalbi de kalesidir.
Ama bu kalp artık yorgun, kırgın ve sahipsiz.
Bu yazıda, unuttuğumuz ama unutmamamız gereken bir değeri, Kırşehir Kalesi'ni konuşmak istiyorum.
Bir zamanlar halkın kalbi olan bu yer, şimdi sadece rüzgârın uğradığı bir seyirlik...
Kırşehir Kalesi’nden bahsediyorum.
Unutulmuş bir güzellikten, terk edilmiş bir mirastan...
Anadolu şehirlerinde kalesi olmayan il neredeyse yoktur.
Bizim kalemiz de var ama…
Taştan değil, topraktan.
Surları geleneksel kale mimarisine uymasa da, adıyla, geçmişiyle bu şehrin hafızasında yer etmiş bir yapı Kırşehir Kalesi.
Eskiden, kalenin çevresi evlerle çevriliymiş.
Halk arasında, "Kaledeki evi kındamdan bağı olmayana kız verilmez" denirmiş.
Yani kale, sadece bir yapı değil; toplumsal yaşamın da bir parçasıymış.
Ama bugün?
Kale sahipsiz.
Dökülüyor, çöküyor.
Ne seçilmişlerin ne atanmışların ne de oda başkanlarının gündeminde.
Bakım yok, ilgi yok, koruma ise sadece kâğıt üzerinde.
Kırşehir’in kalbi olması gereken bu yer, kaderine terk edilmiş bir halde duruyor.
Şehrin her yerinden görülebilen, üzerinde Türk bayrağının dalgalandığı bu kale, aslında tam merkezde.
Kaleye çıktığınızda, Karıncalı ve Yağmurlu Dağları, Obruklar, kervan saray yolları ve bütün şehir ayaklarınızın altındadır.
Tarihi dokusuyla, şehre hâkim bu noktada neden bir seyir terası, bir kültür alanı, bir dinlenme noktası olmasın?
Bugün Kırşehir halkı istiyor ki, kalesine otursun, şehri kuşbakışı izlesin.
Sabah güneşiyle sulu böreğini yesin, akşam kızıllığında çayını yudumlasın.
Yıldızların altında kahvesini içsin.
Dönerli lokantalar, açık hava kafeler, seyir alanları neden olmasın?
Ama birileri "koruma altında" diyerek hiçbir şey yapmıyor.
Ne proje var, ne vizyon.
Kale, “korunmak” bahanesiyle unutulmuş durumda.
Bakanlığın kapısı aşındırılmıyor, yatırım talep edilmiyor.
Ortak akıl deniyor ama ortak eylem yok.
Kırşehir’in sembolü olan bu değer, ne yazık ki hâlâ hak ettiği kıymeti göremiyor.
Oysaki yapılacak bir projeyle kale; halkın, gençlerin, turistlerin, misafirlerin buluşma noktası olabilir.
Geleneksel mimariye uygun, surlarla çevrili, seyir teraslarıyla donatılmış bir alan olsa ne kaybederiz?
Aksine, şehrin çehresi değişir, insanları burada vakit geçirir, şehir yaşar. Şehir yönetmek, sadece asfalt dökmekle, tabela yenilemekle olmaz.
Tarihini bilmeyen şehir geleceğini de kuramaz.
Kırşehir’in göbeğinde, herkesin görebildiği ama kimsenin görmezden gelemediği bir kale var.
Bu kale çöküyor.
Ve bu çöküş, sadece bir yapının değil, bir anlayışın iflasıdır.
Bu kente değer katacak bir projeyi gerçekleştirmek zor değil.
Zor olan, bu değeri fark etmekte.
Kırşehir küçülüyorsa, göç veriyorsa; nedeni, böyle değerleri görmezden gelen yönetim anlayışıdır.
Kırşehir Kalesi, sadece bir tepe değil; bir tarihtir, bir ruhtur.
Bu ruhu yeniden canlandırmak, hepimizin sorumluluğudur.