SEN BENİM KİM OLDUĞUMU BİLİYOR MUSUN?

Abone Ol

Hastalığına yakalananların tedavisi var mı?
“Beyefendi, kimliğinizi görebilir miyim?”
“Ne kimliği !”
“Sen benim kim olduğumu biliyon mu?”
“Hayır… Kimliği verirseniz öğreneceğim.”
Sokakta, caddede, protokolde, trafikte, bir kamu kurumunun koridorunda…
Bu diyalog size de tanıdık gelmiştir, değil mi?
Toplumun belli kesimlerinden yükselen, yıllar içinde bir kibir sloganına dönüşmüş o meşhur cümle: “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Bu söz, aslında bir öfke nöbeti değil sadece.
Bir ayrıcalık talebinin, bir üstten bakışın, “ben senin gibi değilim” deme biçimidir.
Kısacası, kendi önemini abartanların, sıradanlıktan korkanların cümlesidir bu.
Ama gelin asıl soruya dönelim: Bu sözü söyleyenler gerçekten kim olduklarını biliyorlar mı?
Bu cümleyi genelde gariban, mazlum, hak arayan vatandaş kullanmaz.
Daha çok sonradan görme şımarıklar, zengin olunca insanlığını unutanlar, koltuk bulunca karakterini kaybedenler söyler.
Bir yerlerde “seçilmiş” olmanın kendisine imtiyaz kazandırdığını sananlardan, gücün gölgesinde ısınanlardan gelir bu ses:
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Oysa bu söz kadar itici bir cümle az bulunur.
Devletin görevi adalet değil mi?
Kanun karşısında herkes eşit değil mi?
Kim olursan ol, yeter ki adam ol.
Adam olamadıysan, hangi kravatı takarsan tak, hangi plaka numarasına sahip olursan ol, boş.
Trafikte hata yapar, görevli polisi, jandarmayı azarlamaya kalkar: “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Alkolle direksiyon başına geçer, hız sınırını aşar, yine aynı cümle…
Bir kurama varır konuşması duruşu kendisini ele verir.
Kusura bakmayın ama biz sizlerin kim olduğunu çok iyi biliyoruz.
Görevli memur ne yapsın?
İşini düzgün yapınca sürülür, sessiz kalınca ezilir.
Çünkü bu düzen, rozetin altında, halkın sırtında geçinenlerle dolu.
“Ne lazım?” deyip geçer, çünkü başka çaresi kalmamıştır.
Seçilmiş olmanın, birilerinin yakını olmanın prim yaptığı bir ülkede, bu cümleyi duymak artık kimseyi şaşırtmıyor.
Ama normalleşmesi asıl felaket.
Çünkü kibir bulaşıcıdır, bir kez yayılınca, insanın en derin yerlerine kadar işler.
O yüzden soralım hep birlikte: Kimsin sen, bre insan evladı?
Aldığın nefesi veremeyecek, verdiğin nefesi alamayacak kadar acizsin.
Yattığın yataktan kalkıp kalkamayacağını bile bilemezsin.
Dünya güzeli sanırken kendini, kokunca yanına yaklaşan bile olmaz.
Bizim asıl meselemiz bu işte: Toplum olarak unvan düşkünüyüz.
İsmimizden önce hep bir sıfat koyma derdindeyiz.
Bakan, vekil, başkan, genel müdür, vali, savcı, doktor, profesör, sanayici, iş adamı…
Sanki bunlar olmadan kimliğimiz eksik kalıyor.
Oysa unvan değil, insanlık asıl kimliktir.
Ve “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyenler, belki de en çok bunu unutanlardır.