İki yudumluk bir kitap geliyor bugün huzurunuza. Turgenyev’in iki öyküsü bir arada. Babalar ve Oğullar’ından başka romanları, okuma planımın bugünden itibaren dört yıl sonrasında sıra beklerken araya bu iki öykü girdi. Bir kafede buluşacağım arkadaşımı beklerken okudum kısa olanı. Aynı akşam da ikincisini evde bitirdim. Turgenyev ile biraz daha içli dışlı olabilmek adına güzel bir fırsattı, ben de değerlendirdim.
İvan Sergeyeyiç Turgenyev 28 Ekim 1818'de, Rusya'nın Oryol şehrinde doğdu. Yüksek rütbeli bir asker olan babası Sergey Nikolayeviç Turgenyev öldüğünde İvan on altı yaşındaydı. İvan'la kardeşi Nikolay'ı, fazlasıyla otoriter bir kişiliği olan anneleri Varvara Petrovna Lutovinova büyüttü. Bir senelik Moskova Üniversitesi macerasının ardından Turgenyev St. Petersburg Üniversitesi'nde klasikler, Rus edebiyatı ve filoloji eğitimi gördü. 1838'de tarih ve felsefe okumak üzere Berlin Üniversitesi'ne gitti. Avrupa'dan ülkesine radikal bir Batıcı olarak döndü ve Rusya'nın gelişebilmek için Batı'yı taklit etmesi ve kölelik gibi köhnemiş kurumların ortadan kaldırılması gerektiği yolundaki düşüncelerini dile getirmeye başladı.
İlk edebî çalışmaları –şiirler, kısa hikâyeler, vs.– daha sonra ünlenecek olan Rus eleştirmen Belinski tarafından övgüyle karşılandı. İlk önemli eseri 1852'de kitap halinde yayımlanan ve köleliğin kötülüklerini anlattığı Bir Sporcunun Kısa Hikâyeleri'dir. (Efsaneye göre, Rus Çarı Aleksandr, Turgenyev'in kitabını okuduktan üç gün sonra köleliği kaldırmaya karar vermişti.) 1850'lerin ikinci yarısından itibaren peşpeşe yayımlanan kısa romanlarında Turgenyev'in gittikçe daha güçlü bir yazar haline geldiği görülür: Rudin (1856), Seçkin Evi (1859), Arefe (1860) ve kabaca Rusya'da yayılmaya başlayan devrimci görüşler hakkındaki Babalar ve Oğullar (1862) bu dönemde yazdığı romanlardır. Hem son kitabının "nihilist" kahramanı Bazarov'a yönelik eleştiriler fazla şiddetli bir hal aldığı, hem de yaklaşık on beş senedir büyük bir aşkla bağlı olduğu ünlü şarkıcı Pauline Viardot'ya yakın olmak istediği için Turgenyev Rusya'yı terk etti ve hayatının geri kalanını büyük ölçüde ülkesinden uzakta, Baden-Baden ve Paris gibi Avrupa şehirlerinde geçirdi. 1867'de Duman, 1877'de de Bakir Toprak isimli romanları yayımlandı. O sıralarda Rusya'da özellikle Dostoyevski'nin edebî bayraktarlığını yaptığı Batı aleyhtarı Slav milliyetçiliği hâlâ Turgenyev'in temel meselelerinden biriydi. Ülkesindeki gelişmeleri uzaktan da olsa sürekli takip ediyordu. Ama yaşadığı her şeye rağmen soğukkanlı bir mesafeyi korumayı da başarabiliyordu. Daha sonra Cinler isimli romanında Karmazinov karakteri aracılığıyla kendisini ağır bir şekilde hicvedecek olan en büyük edebî ve fikrî düşmanı Dostoyevski hakkında bir mektubunda şu ifadeyi kullanıyordu: "Bazarov'umu ya da başka bir deyişle, benim niyetlerimi en iyi anlayan kişilerden biri Dostoyevski'dir." Uzun boylu, mektuplarından ve onu tanıyanların anlattıklarından anlaşıldığı kadarıyla hayli yumuşak huylu ve hoşgörülü biriydi. Büyük aşkı Pauline Viardot, Turgenyev'in ölümünden yıllar sonra onun hakkında şunu söyleyecekti: "O en mutsuz insandı."
Hiç evlenmedi. En yakın edebî arkadaşı Gustave Flaubert'di. Ömrünün son yıllarında Rusya'daki edebî şöhreti Tolstoy ve Dostoyevski gibi halefleri tarafından büyük ölçüde gölgelenmiş de olsa, Turgenyev Avrupa ve Amerika edebî çevrelerinde kabul gören ilk Rus yazarı olması ve "kısa toplumsal - siyasi roman" ve "lirik aşk hikâyesi" türlerinin en parlak örneklerini vermiş olmasıyla hâlâ gelmiş geçmiş en büyük Rus yazarlarından biri olarak kabul edilir.
İvan Turgenyev 4 Eylül 1883'te Paris yakınlarındaki Bougival'de öldü. Ölmeden önceki arzusu uyarınca naaşı Rusya'ya getirildi ve Belinski'nin mezarının yanına gömüldü. .
Klasik Rus edebiyatının unutulmaz yazarı Turgenyev çağdaşlarından bütünüyle farklı bir yol izledi, yaşadığı dönemde Avrupa kültürüne ve bakış açısına daha yakın bir tavır sergiledi. Dönemin ünlü eleştirmeni Belinski’den büyük destek gören Turgenyev uluslararası üne kavuşan ilk Rus yazar oldu. Daha sonra kaleme alacağı büyük yapıtların habercisi olan öyküleri yazarın edebî kariyerinde çok ayrı bir öneme sahiptir.
İki öyküden oluşan bu derlemenin ilk öyküsü “Şçigrovsklu Hamlet” siyasi haksızlıklar nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kalan, yaşamları baskı altında geçen Rus soylu aydınlarının yazgısına odaklanır. Hikayede sürekli aşağılanan bir adam, bir davette aynı odada kaldığı arkadaşına kendi hikayesini anlatıyor. Rusya'da gençlerin durumu, yüksek mevkilerdekilerin görüşleri, memur ve öğrenci olanların durumları irdelenmiş. Aydın kesimin sorunlardan bir haber şekilde felsefe tartışması eleştirilmiş. Yatıya kaldıkları bu davette kendisi ile aynı odada kalan insomnia mağduru fakir bir adamla konuşmaya başlar yazar. Sçigrovsklu Hamlet hikayesinde karakterimiz orijinal olmayı kafasına takmış ve bu orijinallik uğruna kendini heba etmiştir. Burada bize uğruna kendimizi feda ettiğimiz istek/düşüncelerin aslında bizi olmak istediğimiz kişinin ne kadar gerisine götürdüğünü çok iyi anlatıp kendimizle yüzleşmemizi sağlamış yazar. William Shakespeare, dünya edebiyatının kökünden sarsmış bir yazardır ve her insan kendini özdeşleştirebileceği bir shakespeare karakteri mutlaka bulabilir. bu öykü de kendini shakespeare’in en bilinen karakterlerinden biri olan hamlet ile yakın tutan bir tutunamayanın öyküsü. Öyküde fakirlik, kaybetmişlik, karanlık bir otel odası ve varoluşsal sorgulamalarla boğulan bir karakter var, yani rus edebiyatı.
Birtkaç alıntı;
“Beni tedirgin eden tek şey vardı; nasıl söylemeli, mutluluğun o açıklanamaz en tepe noktasında, böğrümde bir acı başlıyor ve soğuk bir titreme mideme yayılıyordu. Sonunda bu mutluluğa dayanamadım ve kaçtım.”
"Voltaire'in trajedilerinden birinde," diye bezgince başladı söze, "adamın biri mutsuzluğun son aşamasına geldiği için seviniyordu. Kaderimde hiçbir trajedi olmamasına karşın, itiraf edeyim ki buna benzer şeyler yaşamıştım. Soğuk umutsuzluğun zehirli sevincini öğrenmiştim; bütün bir sabah boyunca hiç acele etmeden, yatağımda yatarken doğduğum güne ve saate küfretmenin tadını almıştım.”
"Hiç kimsenin umurunda değil yazgım."
“Söz konusu bilimse her yerde aynı, gerçek her yerde aynıdır.”
“Ama bu belirsiz beklentiler, siz de bilirsiniz ya, hiçbir zaman gerçekleşmez, tam tersine hiç beklemediğin şeyler onların yerini alır...”
“Gözlerimdeki perde kalkmıştı; aynadaki yüzümden başka kendimin nasıl boş lüzumsuz, orijinal olmayan bir hiç olduğumu çok net görüyordum!”
“Eğer damarlarımda şair kanı aksaydı mutlaka şiir yazmaya kalkardım; ilahiyata yakınlık duysaydım mutlaka keşiş olurdum ama bunların hiçbirine ilgi duymuyordum, dolayısıyla ben hayal kurmaya... ve beklemeye devam ediyordum.”
Yoğun olarak mistisizm ve fantazmagori içeren ikinci öykü “Rüya” ise Rus edebiyatında bu türdeki ilk örneklerden biridir. Rüya hikayesinde ise ölen babasını değil de daha önce hiç görmediği bir adamı rüyasında babası olarak gören genç bir erkeğin o insanı bir kafede görmesi ve tanışmasıyla olay başlar. Sonrasında ise bazı gerçeklerin rüyalar yoluyla ona anlatıldığı ortaya çıkar. Hissettiği duyguların gerçek çıkması da rüya ve hisler üzerine derin bir düşünce havuzuna atar bizi.
Bir alntı da bu hikayeden;
“Her şey yoluna girer, en trajik aile olaylarının anıları bile sıcaklığını ve yakıcılığını yavaş yavaş kaybeder ama iki yakın kişi arasındaki huzursuzluk duygusu hiçbir şartta yok edilemez.”
Bu orijinal hikayeleri tabii ki sizlere de tavsiye ederim. Kalın sağlıcakla…