PEYGAMBERİ NE KADAR TANIYORUZ?

Peygamber anlayışımızı düzeltmeden, bu ümmet ayağa kalkabilir mi?
Adını dillerden düşürmeyen, ama hayatını örnek almayan bir toplum, gerçekten onun ümmeti olabilir mi?
O’nu sevmekle övünüp, yaşantısını hayatına taşımayan bir nesil, hangi yüzle “biz Muhammed ümmetiyiz” diyebilir?
Bugün "Peygamber yolundayız" diyen nice kişi, onun ahlâkını, duruşunu, hassasiyetlerini çoktan bir kenara bırakmış durumda.
Peygamberimiz (s.a.v), ümmetini haramdan sakındırırken, bugün haramın her çeşidi "normalleşmiş".
Faiz, kumar, kul hakkı, rüşvet, tefecilik, içki, açık saçıklık, iffet düşkünlüğü…
Bunları yapanlar artık dışlanmıyor, hatta “modern, çağdaş, özgür birey” olarak alkışlanıyor.
Ve daha acısı: Dindar (!) geçinenler bile bu akıntıya kapılmış durumda. Haramın içinde helal arayan, günahın içinden sevap çıkarmaya çalışan çarpık bir dindarlık türedi.
Adına da "İslam" diyorlar.
Peygamber aramızda olsaydı bugünkü dinciler ne derdi.
Kur’an’ı sadece mezarlıklarda, ölülerin arkasından mı okurdu?
Yoksa “Bu kitap dirilere indirildi, hayat kitabıdır” deyip, ayet ayet yaşar mıydı?
Yatırlara adak adayarak, türbelerden medet umar mıydı?
Yoksa: "Yalnız Allah’tan isteyin!
Bu şirk kokan uygulamalardan uzak durun!" diye haykırmaz mıydı?
Devletin malını yiyenlere, yetim hakkını çalanlar sizlerin eli kurusun mu derdi.
Rüşveti hak bilenlere, alış verişlerine hile katanlara yeniden Müslüman olun mu derdi.
Kadınları, kızlarını dar kot pantolonlar içinde, makyajlı, parfümlü halde tesettürsüz, tesettürlüleri sokaklara mı salardı?
Yoksa onlara gerçek tesettürü, hayâ ve iffetle örtünmeyi mi öğretirdi?
Kahvehanelerde okey masalarına oturur, dizi dizi maçlar ve pembe dizilerle zaman mı öldürürdü?
Yoksa ümmetiyle dertlenip, “Zamanınız kıymettir, ahiretinizi boş şeylerle tüketmeyin” mi derdi?
Bugün “Müslüman” olduğunu söyleyen ama İslam’dan sadece ismini taşıyan, ibadetten sadece ritüelleri alan, ahlaktan, adaletten, doğruluktan uzaklaşmış kitlelere ne derdi?
Faizi ‘ihtiyaç kredisi’ diye meşrulaştıranlara, Ahlâksızlığı ‘özgürlük’ diye savunanlara, Tesettürü sadece bir kumaş parçası sananlara, Zulmü, rüşveti, adam kayırmayı ‘düzenin gereği’ sayanlara, Kur’an’ı anlamadan okuyup sadece sevap umanlara, Dinle ticaret yapanlara, dinle siyaset yapanlara, dinle aldatıp soyanlara, Acaba ne derdi?
“Sizden önceki ümmetlerin helak nedeni, dini keyiflerine göre eğip bükmeleri, Allah’ın emirlerini ihmal etmeleri, uydurulmuş gelenekleri din zannetmeleriydi.
Aynı yolda siz de gidiyorsunuz!” demez miydi?
Bugün birileri çıkıp Peygamberimiz yaşasaydı demokrasiyi savunurdu diyor.
Oysa Peygamber (s.a.v) Allah’ın indirdiği hükümleri hayatın merkezine koymadıkça toplumların ıslah olmayacağını bizzat yaşayarak gösterdi.
Hayatın her alanına hükmeden, adaletle işleyen, kulun kula kulluğunu reddeden bir sistem: İslam!
Peygamberimiz aramızda olsaydı:
“Sözde Müslümanlar!
İslam’ın adını kullanıp, özünü terk ettiniz.
Adalet gitti, faiz geldi.
Ahlâk gitti, şehvet geldi.
Tevhit gitti, şirk geldi.
Din gitti, kültür kaldı.
Siz hangi ümmetsiniz?” demez miydi?
Peygamber (s.a.v) aramızda değil.
Ama onun sünneti, örnekliği ve bıraktığı emanet (Kur’an ve sünnet) hâlâ elimizde.
Peygamberi ne kadar tanıyoruz?
Tanıyorsak, ne kadar seviyoruz?
Seviyorsak, ne kadar izindeyiz?
Bu ümmet Peygamber anlayışını düzeltmeden asla ayağa kalkamaz.
Onun davasını, onun ahlâkını, onun imanını hayatına taşımayan her topluluk; ne kadar cami yaparsa yapsın, ne kadar hac ve umreye giderse gitsin, Allah’ın vadettiği izzet ve kurtuluşu göremez.
Artık kendimize gelmeli, dinimizi aslına döndürmeliyiz.
Çünkü Peygamber aramızda olmasa da, bizi bir gün onun huzuruna çıkaracak olan Allah aramızda!
Ve o gün geldiğinde, onun karşısına bugünkü halimizle çıktığımızda, hangi yüzle “ümmetinim” diyeceğiz?