KIRŞEHİR’DE SONBAHAR

Abone Ol

Ceviz Kokusuydu Çocukluğumuz.
Kırşehir’de sonbahar başka olurdu.
Bağlar olgunlaşır, dallar meyveyle dolardı.
Tandırlar kurulur kışlık yufka ekmekler hazırlanırdı.
Üzüm, ceviz, elma, armut, ayva, üvez, iğde, badem, dağlarda alıç…
Ne ararsan vardı.
Her evin bahçesinde bir nimet, her hanede bir paylaşma hali.
Biz Kayabaşı Kilik Mahallesi’nde otururduk, çocukluğumuz orda geçti.
Sokağımızın çocukları belliydi; Çukurçayır’dan, Hırladan, Taşlık’a, Hacı Hasan’dan, Bağbaşı’na kadar herkes birbirini tanır, herkes birbirinin çocuğunu gözü gibi kollardı.
Kimsenin eli boş kalmazdı.
Kimin bahçesinde ne varsa, paylaşılırdı.
Olmayan, olanın kapısını çalar; utanmadan, çekinmeden alırdı.
Kırgınlık olmazdı.
Herkesin nasibi vardı bir yerlerde.
Her bahçenin asması olsa da, Çal Gösteren ’in bağları pek meşhurdu.
Üzümler toplanır, pekmez kaynatılırdı.
Kaynayan pekmez kazanlarının başında toplanırdık.
Tahta kepçenin ucunda bize de tattırırlardı.
Pekmez kazanlarında ayva atarlar çocuklara ikram ederlerdi.
Tatlı, sıcak ve sıcaktan da öte…
İçimizi ısıtan bir hatıra gibi…
Üzümler kurutulur, tazeleri sandıklara yerleştirilirdi.
Kışın karlı gecelerinde, sobanın yanında sofraya çıkarılırdı.
Kurumuş ekmeğin yanına bir avuç üzüm, bir parça ceviz peynirde eksik olmazdı…
Sıcacık sohbetler eşliğinde yenirdi.
Her evin bahçesinde mutlaka ceviz ağaçları olurdu.
Bahçelerin büyüklüğüne göre Kimisinin on tane, kimisinin daha fazla.
Sonbaharda çırpılırdı cevizler.
Dallar sarsıldıkça yağmur gibi düşerdi yere.
Kaval edilip, yıkanır, güneşe serilirdi.
Sonra da çuvallara doldurulup kışa hazırlanırdı.
Biz çocuklar için ceviz zamanı bayram gibiydi.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanır, ceviz ağaçlarının altına koşardık.
Rüzgâr hafif esince, kabuğundan ayrılmış taze cevizler sararan yaprakların arasına düşerdi.
Biz de birer define avcısı gibi eğilir, ceplerimizi tıka basa doldururduk.
Bir ceviz bulduğumuzda sevincimiz, maden bulmuş gibi olurdu.
Mahallemizde sultan iğde ağaçları vardı.
Gündüzleri yetmezdi, geceleri bile iğde toplardık.
Ağaçlara tırmanır, ceplerimizi iğdeyle doldururduk.
Bizi gören büyükler sadece gülümserdi.
Kimse kızmazdı.
Çünkü o zamanlar çocuklar ağacın, meyvenin bereketi sayılırdı.
Kırşehir’de o zamanlar Kaman cevizi diye bir şey bilinmezdi.
Şehirde, ilçede, köyde Zira herkesin bahçesinde kendi cevizi vardı.
Her sokakta, her evde…
Ceviz siz ev bilinmezdi.
Herkes kendi yiyeceğini yetiştirir, kendi bahçesinden toplardı.
Koca koca çuvallar dolusu ceviz toplanır, bir kısmı satılır, kalanı kış boyu yenirdi.
Ama şimdi…
Ne bağ kaldı, ne bahçe…
Ne ceviz ağaçları, ne iğde dalları…
Yerlerini çok katlı beton binalar aldı.
Soğuk duvarlar yükseldikçe, insanların yüreği de soğudu.
Komşuluklar kayboldu.
Kimse kimseyi tanımaz oldu.
O eski konaklar yok artık.
Ne bahçelerinde koşturduğumuz evler, ne gölgesinde oturduğumuz ağaçlar…
Biz büyüdük.
Ama çocukluğumuz orada, o eski sokaklarda kaldı.
Şimdi adımlarımızı beton zeminlere atıyoruz.
Ama içimizde hâlâ kuru yaprakların hışırtısı var.
Kulağımızda pekmez kazanının fokurtusu Ve burnumuzda…
Taze kaval olmuş cevizlerin o unutulmaz kokusu, boyanmış ellerimizin rengi resimlerde kaldı.