“Cennetin en kutsal köşesinde, üç peygamber bir ağacın altında oturuyordu. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed. Gözlerinde ışık ve sevgi vardı her birinin. Dostluk vardı, birlik vardı, aşk vardı; öyle büyük bir aşktı ki bu, her şeyi bir yapıyordu. Onun için, o ağacın altında aslında üç kişi değil, tek bir kişi vardı. Musa, İsa ve Muhammed, işte o tek kişinin farklı yüzleriydi sadece. İki göz gibi. Gözler iki olsa da, bakış tekti. Dalgalar gibi. Dalgalar çok olsa da, hepsi aynı denizdi. İşte ağacın altında oturan bu tek kişinin gözlerinde ışık, sevgi, aşk olmakla birlikte, kalbinde hüzün vardı. Derin bir hüzün. Çünkü bu ağacın altında oturan üç peygamberi takip ettiğini söyleyen insanlar dünyada birbirlerini öldürüyorlardı. En kötüsü de, bunu Tanrı’yı ve peygamberlerini hoşnut ettiklerini sanarak yapıyorlardı. Ancak bilmiyorlardı ki, yeryüzünde Musa, İsa ve Muhammed adına dökülen her kan cennette Musa, İsa ve Muhammed’in kalbine kanlı bir gözyaşı olarak düşüyordu. Onlar dünyaya kalpleri birleştirmek için gönderilmişlerdi. Bölmek için değil. Sevgi için gönderilmişlerdi nefret için değil. Hayat vermek için gönderilmişlerdi. Öldürmek için değil. Oysa onları takip ettiğini söyleyenler bölüyor, nefret ediyor ve öldürüyorlardı. İşte bu üç peygamberin, cennetin en kutsal ve en mutlu yerinde, duyduğu derin hüzün ve acı bundandı.”
Böyle bir başlangıç bölümünden sonra Cennette Hüzün isimli Serdar Özkan kitabını okumaz mı insan? Meraklanmaz mı? Heyecanlanmaz mı? Gönül, sevgi, tasavvuf, din psikolojisi konulardaki yetkin eserlerini de biliyorsanız (sizle iki kitabını okumuştuk) hemen her şeyi bırakıp okumaya dalmaz mı insan? İşte ben de Mayıs 2019’daki birinci baskısına, çıktığı gün öyle sarıldım. Kısa sürede heyecanla okudum. Babam benden daha kısa sürede okudu ve üzerinde tatlı tatlı konuştuk… Şimdi sizlere tanıtmak için bir kez daha okurken (Kasım 2023) aynı heyecanları yaşadığımı belirtmeliyim.
Yüce yaratıcı, din, dinler, esas olan tek din ve onun peygamberleri esaslı bir kitap bu. Aslen din nedir? Neden vardır? Dinle nereye varılır? Neden farklı yollar gibi görünen farklı ilahi dinler vardır? Gerçek din hangisidir? Dünya hayatımızı nasıl anlamlandırabilir, nasıl hakiki sevinç ve mutluluklar yaşayabiliriz? Kitabın/anlatının ana temaları bunlar. Zarif ve duru bir dille, yukarıdan bakmadan, ukalalık yapmadan yolları kesişen üç farklı kişi üzerinden anlatılan olaylar/algılamalar/düşünceler…
Cansu Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci. İlkçağ felsefesi dersi de alıyor. Dinler yüzünden sebep olunan savaşlar ve bu yüzden insanlık tarihinde yüz milyonlarca insanın ölmüş olmasını mesele edinmiş bir kız. Dinci geçinenlerin kötülük yaptıkları, kibirli, hoşgörüsüz, acımasız oldukları, akıllarını yeterince kullanmadıkları düşüncesinde. Kemal de aynı üniversitede öğrenci ve aynı derste karşılaşıyorlar. Cansu’nun ders esnasında “dinler savaştan başka ne getirdi ki?” sorusu üzerine onunla konu üzerinde konuşmak ister. Prof. Jon Milos ise, Amerikalı bir bilim insanı. Doktora tezini semavi dinler arasındaki benzerlikler üzerine yazmış. İş icabı bulunduğu Kahire’de Ali ibn-ul Vefa Hazretleri’nin türbesini ziyaret etmek istiyor. Yolda karşılaştığı Hristiyan bir Uber şöförü ile sohbet ederken ahbap oluyorlar ve ziyaretlerini birlikte yapmaya karar veriyorlar. Roman bu üç kişinin anlatımları ile gelişiyor, şekilleniyor, ara olaylarla renkleniyor ve Kahire’de önemli bir sonuçla tamamlanıyor. Tabii bol miktarda semavi dinler temelli, Allah temelli, sevgi temelli tespit ve fikirler okuyoruz. Eser bu konuda bir ders kitabının girişi olabilecek entelektüel düzeyde ve tasavvufi derinlikte ilerliyor. Her yeni bölümün sayfasını heyecan ve merakla açıyor; gerek okurken gerek tamamlayınca üzerinde derin derin düşünüyorsunuz.
Birkaç alıntı;
"Dinler amaç değil, araçtır" dedim. "Amaç Tanrı'dır, Tanrı sevgisidir. Araçlar ise zaman içinde değişir.”
“Gerçek ilim sana ne kadar az bildiğini gösteren ilimdir.”
“Herkes bir şey arıyordu, ne aradığını bilmeden ve hiç kimse aradığı şeyi bulamıyordu.”
“Allah'tan beni bilinenlerin ötesinde bir keşfe, gözlerin ötesinde bir bakışa, kulakların ötesinde bir duyuşa, kavuşturmasını istiyordum bu yolculukta.”
Dalga-Deniz ve damla-deniz metaforları bu kitabında da sıklıkla karşılaştığımız bir ifade tarzı Özkan’ın;
"Damlaları, okyanus olduklarını fark etmekten alıkoyan tek şey kendilerini var sanmalarıdır. Oysa onlar okyanus ile vardırlar, kendilerine ait bir varlıkları yoktur. Hz. İsa'nın dediği gibi Tanrı sevgidir ve damlalar birbirlerinin içindeki okyanusa -sevgiye- bakmak yerine, birbirlerinin şekilleri ne baktıkları için bir olduklarını göremezler. Oysa sevgiye odaklansalar, bu hayatı bir damla olarak değil bir okyanus olarak yaşayabilirler."
“Her şey yolunda gidiyorsa fazla sevinme, nasılsa değişecek. Her şey kötü gidiyorsa da, üzülme nasılsa değişecek.”
“Neden iletişim kurmak, anlamaya çalışmak yerine, birbirimizin niyetini okumaya çalışıyor, yargılamamızı içimizde, yapıyor, karşımızdakine onun hakkında ne düşündüğümüzü belli etmesek de, o yokken arkasından konuşuyor, dedikodusunu yapıyorduk ?”
“Biraz sabır, ruhu arayan herkesin yol arkadaşıdır.”
Özkan’ın bu kitabını okumanızı tabii ki öneriyorum. Hem belki babanızla, annenizle, kardeşiniz oğlunuz yada kızınızla, dostlarınızla birlikte okuyup üzerinde konuşabilirsiniz. Rahmetli babamı andığım, hüzünlenip gülümsediğim, ona saygı, sevgi ve dualarımı gönderdiğim anlardan biri de, bu üzerinde tartıştığımız kitapları anımsadığım zamanlar oluyor… Siz ve aile fertlerinizle, dostlarınızla güzel anlar, güzel anılar biriktirmek ne güzel olur değil mi? Sevgi her şeyin temeli değil mi?