ÂŞIK ÇOBAN İLE KIZILIRMAK DESTANI -8- Kızılırmak Ufukta Parlıyor

Abone Ol

Âşık Çoban ile Kızılırmak Destanı’nın bu bölümünde, kaderin kıyısında duran iki insanın iç dünyası Kızılırmak’ın akışıyla iç içe geçiyor. Gün batımının kızıllığıyla derinleşen duygular, hem çobanın hem de ağanın yüzyıllardır süregelen bir imtihanın tam ortasında olduğunu hatırlatıyor. Bu bölümde, geçmişin yükü ve geleceğin umudu aynı nehirde buluşurken, destanın ruhu bir kez daha suyla, toprakla ve insanla yeniden hayat buluyor.

Gün batarken, uzaklardan Kızılırmak parladı.
Kızıl su, sanki gökyüzündeki yangını yansıtıyordu.
Koyunlar susuzdu, suya koşmak istiyordu.
Ama çoban ellerini kaldırdı:
“Durun! Henüz izin verilmedi!”
“Çobana der ağa, senin kaderin,
Kızılırmak’la senin benim kederim.
Bulalım çareyi bayram edelim.
Buldun mu çareyi, bilelim.”
O an herkes anladı ki, bu sadece bir koyun sürüsünün sınavı değildi.
Bu, iki insanın, iki neslin, iki kaderin sınavıydı.
Tuzla başlayan bu imtihan, Kızılırmak’ta bitecekti.
Ama o sona henüz vakit vardı.

Aşkın Kökü, Geçmişte Bir Sözde
Ağa, o gece çobanı yanına çağırdı.
“Biliyor musun,” dedi, “benim de bir sözüm vardı.”
Gözleri uzaklara daldı, sesi kısıklaştı:
“Evladını candan seviyor özde,
İçi kan ağlıyor görünür de gözde.
Evladına için için ağlıyor özde...”
Ağa’nın gözlerinden yaş süzülürken, çoban başını eğdi.
O an anladı ki, bu hikâyenin içinde sadece kendisi yoktu.
Geçmiş, bugün ve gelecek aynı nehirde akıyordu.
Kızılırmak hepsini birleştiren kaderdi.