ÂŞIK ÇOBAN İLE KIZILIRMAK DESTANI -6-

Abone Ol

Kaderin Aynasında

Koyunlar tuzla yanarken, gözleri suyu aradı.
Uzakta, Kızılırmak’ın suları parlıyordu.
Ama çoban onları durdurdu.
“Henüz vakti değil,” dedi.
Sanki koyunlara değil, kendi gönlüne söylüyordu.

Ağa uzaktan izliyordu bu manzarayı.
Yıllar önce kendisinin yaşadığı o anı hatırladı.
O da bir zamanlar bir kız için, aynı nehrin kıyısında durmuştu.
Ama o geçememişti.
Çünkü aşk, bazen bir nehir gibi akıp gider,
bazense içinde bir ömür boyu çağlardı.

“Çobana der ağa, senin kaderin,
Kızılırmak’la senin benim kederim.
Bulalım çareyi, bayram edelim.
Buldun mu çareyi, bilelim.”

Kızılırmak’ın Şahitliği

Çoban kavalını üfledi, dağlar yankılandı.
Kaval, nehre seslendi:
“Ey Kızılırmak, aşkın yolu sende.
Bu ateşi söndür, bu gönülleri serinlet.”

“Çoban çalar kavalını dertli dertli,
Koyunlar dinler kavalı heybetli.
Ama içi yanıyor tuzdan pek dertli,
Kızılırmak akar pek heybetli.”

Ağa, kavalın sesinde hem kendi gençliğini hem de affını buldu.
İkisi de aynı nehre bakıyordu — biri geçmişinden, biri geleceğinden.
Kızılırmak, onların arasında akan kaderdi.

Aynı Nehirde İki Gölge

O akşam, güneş Kızılırmak’ın üzerine battı.
Gökyüzü kızıl bir perde gibi yeryüzünü örttü.
Ağa’nın gözleri yaşlıydı, çobanın kavalı sessiz.
İkisi de bir şey demedi.
Çünkü biliyorlardı: bazı sözler, sadece suyun dilinden duyulur.

Kızılırmak o gece daha hızlı aktı.
Sanki bir şeylere yetişmek ister gibiydi.
Ağa içinden mırıldandı:

“Ben bir zamanlar senin gibiydim, ey çoban.
Aşk dağdan geldi, nehirde boğuldu.
Belki seninle tamamlanacak bu yarım hikâye…”