ÂŞIK ÇOBAN İLE KIZILIRMAK DESTANI -5-

Abone Ol

Tuzla Gelen Çare

Sabah olduğunda ağa çobanı yanına çağırdı.
Sesi yumuşaktı ama içinde derin bir mana gizliydi:

“Çobana, senin için bir çare var,” dedi.
“Koyunlarım için bolca tuz var.
Üç gün koyunlara tuz ver.
Bekletme, onları tez ver.”

Horan şaşırdı.
Tuz, susuzluğun simgesiydi; susuzluk, aşkın…
Bu işte bir iş vardı.
Ama o, ağanın sözünü tutmayı görev bilirdi.

“Çoban der, âşık olan ben,
Tuz ile imtihan olan sürü sen.
Bu imtihan ağır, benimle sen,
Hâlimden anlayan yine sen.”

Çoban tuzu serdi, koyunları saldı.
O sırada aklında sadece bir isim yankılandı: ağa kızı.
Kavalını aldı, üfledi.
Koyunlar onu dinledi — dağlar bile susmuştu.
Kavalın sesi, âşık bir gönlün duasıydı artık.

Kaderin Aynasında

Koyunlar tuzla yanarken, gözleri suyu aradı.
Uzakta, Kızılırmak’ın suları parlıyordu.
Ama çoban onları durdurdu.
“Henüz vakti değil,” dedi.
Sanki koyunlara değil, kendi gönlüne söylüyordu.

Ağa uzaktan izliyordu bu manzarayı.
Yıllar önce kendisinin yaşadığı o anı hatırladı.
O da bir zamanlar bir kız için, aynı nehrin kıyısında durmuştu.
Ama o geçememişti.
Çünkü aşk, bazen bir nehir gibi akıp gider,
bazense içinde bir ömür boyu çağlardı.

“Çobana der ağa, senin kaderin,
Kızılırmak’la senin benim kederim.
Bulalım çareyi, bayram edelim.
Buldun mu çareyi, bilelim.”