ÂŞIK ÇOBAN İLE KIZILIRMAK DESTANI -10-

Abone Ol

Aşkın Sırrı Ortaya Çıkıyor
Kızılırmak’ın Aynasında
Kızılırmak o gece hiç susmadı.
Sular, ay ışığında kırmızı bir sır gibi parlıyordu.
Ağa, nehrin kıyısında elinde tespihiyle yürüyordu.
Her tesbih tanesi bir hatırayı çağırıyordu.
“Nehrin suyu akar bir sır gibi,
Ağa susar, çoban bakar bir dur gibi.
Her dalga anlatır eski bir gönül gibi,
Kızılırmak saklar, ama bilir gibi…”
Ağa’nın gözleri yaşla doldu.
Yanında Horan vardı, elinde kavalı.
İkisi de aynı nehre, ama farklı hayatlara bakıyordu.
O an, aralarındaki perde kalkmaya başladı.

Sırrın Eşiğinde
Ağa, çobana dönüp dedi ki:
“Evlat, senin adın nedir?”
Çoban başını eğdi: “Abdullah derler efendim.”
Ağa titredi.
O isim, geçmişinin yankısıydı.
Yıllar önce sevdiği kadına verdiği isimdi o — “Eğer bir oğlum olursa, adını Abdullah koyacağım.”
Bir an dizleri çözüldü, yere çöktü.
“Ya Rabbi…” dedi, “Sen hikmeti gizlemezsin.”
“Sırlar açıldı gönül gözüyle,
Ağa ağladı Kızılırmak yüzüyle.
Evlat belliydi alın yazısıyla,
Kader buluştu baba sesiyle.”
Ağa o gece gerçeği itiraf etti:
O, bir zamanlar bu köyün çobanıydı.
Bir kıtlık yılında sevdiği kızı bırakıp gitmek zorunda kalmıştı.
O kız, sonra doğurduğu çocukla yalnız kalmış;
o çocuk da büyüyüp bugünkü çoban olmuştu.