Arapçayı usulüne uygun öğrenmek isteyen bir kişinin belli kurallara uyması elzemdir. Ehil bir hocadan öğrenmek, iyi bir ortamda bulunmak, Arapçanın konuşulduğu bir ülkede öğrenmek, bir sözlük edinmek, amaca muvafık bir kitaptan ders görmek, kendinize ait bir sözlük oluşturmak, günlük tekrarları ihmal etmemek…Ve en önemlisi de anadili Arapça olan bir arkadaş edinmek, onunla günlük birkaç saat musahabede bulunmak…
Arapça öğrenmede arkadaşın rolü çok mühim. Neden mi? Bir dil ancak konuşarak öğrenilir; bu da ihtiyaçtan doğan bir iletişimin sonucudur. Yazarak sadece genel tekrar edersiniz. Bir dili hayatın içinden öğrenmek için birebir konuşarak ve anlaşarak öğrenir, bildiğiniz bir fiili kelimeyi, sadece bilmekle kalmazsınız kullanarak kendinizin malı yaparsınız. Bir kalıbı, bir sözcüğü gerçek durumda ne kadar kullanırsanız yani ne kadar çok yaşantı edinirseniz o kadar iyi öğrenmiş olursunuz.
Riyad’a ilk gittiğim yıllardı. Nasıriye mahallesinde beş öğretmen arkadaş bir apartmanda oturuyorduk. Bayanlar için iyi bir ortamdı. Hiç Arap komşumuz yoktu. İlk günlerde sadece evden okula, okuldan eve gidip geliyorduk. Merhum babamdan klasik usulde Arapça öğrenmiş olmama rağmen gerçek bir Arapla konuşma fırsatım olmamıştı. Mahallede birçok Türk esnaf vardı ve her işimizi Türkçe konuşarak halledebiliyorduk. Bu kolayımıza geliyordu aslında… Birkaç ay sonunda şunu anlamıştım ki, böyle giderse Arapça işi yatardı… Camiye gittiğimde namaz biter bitmez eve dönme işi esasında hiç de doğru değildi. Öyleyse bu anlayışı değiştirerek başlamalıydım… Düşündüğümü uygulamaya başladım; namazdan sonra hemen eve dönmüyor, orada kalıp Araplarla birkaç cümlelik de olsa diyalog kurmaya gayret ediyordum.
O sırada Mısırlı bir gazeteciyle, Cemal’le tanıştım. Bir gün yine namazdan sonra oturmuş Kur’an okuyordum galiba biraz sesli okumuşum ki Cemal yavaşça yanıma gelip beni nazik bir şekilde uyardı. İşte tanışıklığımız böyle oldu. Sonraki günlerde yavaş yavaş selamlaşmaya, birkaç dakikalık sohbetler yapmaya başladık. Nihayet her gün birkaç saat sohbete kadar götürdük muhavereyi… Bununla da yetinmedim, Cemal’le aramızda o kadar güzel, o kadar samimi bir ilişki kuruldu ki ikindi namazından sonra onun evine gidip üç beş saatlik sohbetlere dönüştü… İki buçuk yıl kadar sürdü müdaresemiz… Cemal’le diyalog kurmak dilimdeki peltekliği çözdüğü gibi diğer insanlarla Arapça iletişim kurma hususunda beni yüreklendirdi.
Ailem Nasıriye ’de yaşamaktan bıkmıştı, zamanla herkes gitmiş ve orada tek Türk aile kalmıştık. Biz de okulun yanında bir yere taşınmak zorundaydık. Filhakika ben taşınmaya sıcak bakmıyordum ama elim mahkûmdu. Elhâk, okulun yanına taşıdık evi.Herkes Türk;hanım rahat,çocuklar mutlu…lakin elimdeki fırsat gitmişti bir kere…Bazen günlerce tek kelime Arapça konuşmadan geçiriyorduk günlerimizi mahallede…Bu hal de altı ay kadar devam etti.İçimde bir ses mütemadiyen beni tembihliyordu; “gidişat , pek hayra alamet değil,başka bir hal yoluna bakmalısın…”
Panda’nın yanındaki camide Tahfizu’l Kur’an halkaları vardı. Oranın imamı Hasan(Ebu Yasin) ile tanıştık. Cana yakın, ilim sahibi işini ciddiye alan bir şahıstı.Ona talebimi açıklayınca menfi bir tavrı olmadı;aksine çok müspet baktı .Her gün ikindi namazından sonra iki saat kadar camide ders yapabileceğimizi söyledi.Dünyalar benim olmuştu.Oğlum Muhammed, Kur’an -ı Kerim halkalarında okurken ben Ebu Yasin’le kaçırdığım bir fırsatın Cenab-ı Hak tarafından tekraren verilmesi nimetini yaşıyor olacaktım;bu benim için büyük bir imkandı…
Okulun bulunduğu mahalledeki caminin müezzini Sultanla tanıştık ve hala devam eden çok güzel bir dostluk kurduk. O’nun da gerek oğlum, gerekse benim üzerimde çok büyük emeği var. Sultan, Hukuk Fakültesinde okuyordu. Mezun olmak için fevkalade bir çaba gösteriyordu. Kimi zaman onunla şakalaşırdık; ben ona “Sen bitirince artık bir hakim veya savcı olursun” diye takıldığımda “ Vallahi ben bunlar için okumuyorum,elimde Kur’an , çölde bir deve çobanı (ra’il ibil) olmak daha sevimli.” cevabını verirdi.Ben de bu ihlası karşısında şaşırır kalırdım.
Bugün, Mısırlı Cemal’le, Müezzin Sultan’la ve Ebu Yasin’le geçirdiğimiz o vakitleri burnumun direği sızlayarak hatırlıyorum. Müezzin Sultan,Mısırlı Cemal ve Ebu Yasin( Şeyh Hasan)’in ne kadar kıymetdar zatlar olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum…
Hülasa; Arapça ya da başka bir dili öğrenmenin olmazsa olmazı ,ihtiyaç duymak, öğrenilecek dili sevmek, zorluklar karşısında hemen pes etmemek, planlı hareket etmek, sürekli o dile maruz kalmak ve ağızdan öğreneceğiniz, pratik yapacağınız sadık bir arkadaş edinmektir.